Duyguları nasıl ifade edeceğini bilemiyor insan… Bazen en kötü, bazen en güzel olanı, bazen de karmakarışık olanı. Yeri gelir, bir çiçeğe ya da bir kuşa olan sevgiyi ve ilgiyi belirtmek için farklı cümleler ya da birçok kelimeyi içine sığdıran imgeler kullanırız. İşte asıl mesele, artık eskisi gibi ne sevgileri anlatacak duygular bulabiliyoruz ne de duyguları hak edecek bir neden.
Ne zaman bu hale gelindi? Niçin oldu? Belirsizliğin tabakasında takılıp kaldık. Ama gerçek olan şu ki bu çağın yeniliklerine yenilen duygularımız, bilip bilmeden kurduğumuz önyargılarımız ve güven duygusunun kör kuyularda üstü örtük bir şekilde sömürülüp gidişi…
Bu sorunun kaynağı belirli belirsiz; bu durumu düzeltecek ne ihanetler ne de duygusal sarsılmalar var. Belki de önce düzeltmeyi kendimizden başlarsak kime, nasıl davranacağımızı öğreniriz. İlk başta saygıyla, sonra sevgiyle hareket ederek duygusal boğulmaların önüne geçebilir, sağlam temeller atabiliriz.
Karşımızdaki kişinin ne halde olduğunu, neler yaşadığını, kaç gündüz ve kaç geceyi nasıl geçirdiğini bilmeden; kimin neden suskun, neden güldüğünü anlamadan; ruhunda yanan acıların derinliklerini görmeden, onun hangi trende kaçıncı kez kimleri kaybettiğini, neler için şiirler ya da kitaplar yazdığını bilemeyiz.
Kırgınlıkların yüreklere ne kadar ağır geldiğini; kimin hangi yarasının ne şekilde kapanmaya ihtiyaç duyduğunu bilmeden, başkalarının yarası olmamayı ve yara almadan bu döngüyü iyileştirmeyi seçmeliyiz.
Kendimizden başlayarak sarılması gereken yaraları sarmalıyız. Olması gerektiği gibi, insani ve duygusal bir dayanışma ile mücadele edip yok olmak yerine var olmayı seçmeliyiz.