Üniversite yılları, sabahlara kadar arkadaşlarla sohbet ederdik. Ne güzel günlerdi! Hala tadı damağımda. Vize finallerinin bittiği, “oh be” dediğimiz günlerden sonra her hafta sonu bir sohbet konusu belirlerdik. Üniversiteli gençler olarak sürekli zihin eğzersizleriyle duygu düşüncelerimizi geliştirmeye çalışırdık. Bu haftanın konusu edep, yani haddimizi bilmek. Arkadaşlarla bu konuya biraz kafa yoralım dedik. William Butter’in bir sözü aklımıza geldi: “Suskunluk kimseyi yanıltmasın, çünkü susan konuşursa kimse kaldıramaz.”
Edepli kişi çoğu zaman susar; edepsiz konuşur, konuşur, üste çıkmaya çalışır. Çok bilen alim, çok bilmiş cahil olur vb. konuşmalar sonrası; edep, “haddini bilmektir,” ama nasıl? Bu konuları biraz irdelemeye karar verdik. Metin, ağır havayı yumuşatmak için “O’la gada hele getürün bi çay içek, sonra konuşuruz,” dedi. Herkes gülmeye başladı. “Ne gülürsünüz?” Ben de gayrı ihtiyarı, “Evet, Metin doğru söylüyor,” dedim.
Yere gazete serip üzerine bardakları ve çaydanlığı koydum. “Haa şöyle, aç ayı oynamaz gada, anamın yaptığı keteleri de getürün. Size anlatacaklarım var,” diyerek sakince bağdaş kurdu. Metin’e göre, hayvanlar aleminde havada, karada, denizde canlılar, bulundukları koşullara göre yaşardı. Uçan hayvanın en büyük meziyeti uçmaktı. İnsan uçamazdı, fakat uçan aleti yapabilecek zekaya sahipti. Bu da demek oluyor ki, gökyüzünü güvenli araçlarıyla seyrangah eyleyebilirdi.
İnsan herhangi bir konuda bilgi sahibi olduğunda, bilgiyi nasıl kullanması gerektiği bilgisini ulaşamamışsa, yani vicdandan yoksunsa, ayakları yere tam olarak basmaz; bilgisini hak ettiği yere harcayamaz, uçtuğunu zanneder. İşte tam da bu konuyu irdelemek gerektiğine, Metin’in sözleriyle iyice kanaat getirdik. Ve kalbi eğitmeden aklı eğitmek eğitim değildir; vicdan sahibi olmadan bilgi sahibi olmak tehlikelidir.” Aristoteles’ın sözünü büyük bir kartona yazıp hepimizin görebileceği bir yere sıcağı sıcağına hemen astık.
Bildiği varsayımıyla aileyi – toplumu karıştıran, çoğu zaman haddini aşan, pasif agresif insanların, insanı yalnız ve çaresizliğin kucağında bırakmasını, insanın sosyal yanına çok büyük darbe vurmak istemesine vurgu yapan Gürkan sayesinde bir ara kafalar iyice yandı. Yaratılışta var olan şeytanın fısıltısını dengeleyen şey, “had bilmedir.” “Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden akıl seviyesini anlarsın,” dedi Hz. Mevlana. “Kendini bilen, Allah’ı bilir vesselam, nokta…” Gürkan eliyle ağzına fermuar çekme hareketi yaptı, “Benden bu kadar,” dedi.
Ali, “Ben de bu konuyla ilgili katkıda bulunmak istiyorum, gada,” dedi.
“İnsanın çeşitli konuda iş yapabilme becerisi, kendi sınırları ve güç kapasitesi durumunu bilmesini tanımlıyor anladığım kadarıyla. Kendi sınırım nerede başlıyor ve bitiyor… diğerinin sınırı nerede başlıyor ve bitiyor, bunun ayrımına vakıf olmak edeptir.”
Kenan, “Hadsiz insana bazen öyle konuşacaksın ki, cevap veremeyecek. Bazen de öyle bi susacaksın ki, konuşmaya cesaret edemeyecek,” dedi.
Sercan, “İnsanın kendini analiz etmesi veya bir yargıya varması, yargısının neticesinde kendini terbiye etmesi, bütün onu cezbeden şeylere karşı kendini tutması, öz kontrol yani bir nevi haddini bilme deyimiyle ifade edebiliriz,” dedi.
Mert, “Ya bence ben yapamayacağım şeylere yaparım demem,” dedi. “Bu bence hadsizlik olur. Ben hem RABBİNİ hem haddini bilen insana hayranım…” demiş adaletin üstadı, Hz. Ömer (r.a.).
Kemal, “Biraz argo olacak ama susulması gereken yerde susmayıp, ortalığı b…k etmek, adeta sınır tanımamak durumu,” dedi.
Yani Kemal, bir kere sözü aldı ya, susturana aşk olsun. “O halde diyebiliriz ki kardeşine üstten bakmak, birine veya bir duruma karşı kendini üstün görme, küçümseme, aşağılama anlamında,” diyerek nazikçe kıvırdı. “Bana öyle tuhaf bakmayın! Utanıyorum,” dedi elini yüzünü kapatarak, “söylenmemesi gerekenleri söylediğim için biraz edepsizlik yapmış oldum. Ham bir insanın pişmesi edep… Siz beni bir anlamda güzel yönde gizlice eğitiyorsunuz.”
“Çok şanslı olduğumu düşünüyorum sizin gibi arkadaşlarla yolum kesiştiği için, güzel bir ortamda, bu kadar edepli gencin yanında benim gibi, mayasında kötü bir insan nasıl yaşayabilir? Zorunlu olarak iyi bir insan olmanın tadına alışıyorum. İyilik de kötülük de bulaşıcıdır.”
Serkan elini havaya kaldırıp, “Söz almak istiyorum,” dedi.
“Edep, içsel güzellik ve dışsal davranışlarımız arasındaki köprüdür.” (Henry Fielding)
“İnsan, dünyaya kendi varlığını anlamlı kılmak için gelir” lafı bence doğru değil! İnsan, dünyaya “haddini bilmek” için gelir.
“Hay ağzınla bin yaşa,” dedim Serkan’a. “Edepli olan kişi kimsenin önünde eğilmez ve kimseye boyun eğmez. İnsana bu anlamda baskı kurmaz.”
Edep, yani haddini bilen birey, her zaman tedbirlidir. Tedbirli olmak, korkak olmak hiç değildir. İslam’ın şartı kaç kardeşim, beş! Altıncısı ne? Hadi ben söyleyeyim, haddini bilmek, (sesini hafif yükselterek) yedincisi haddini bilmeyene de haddini bildirmek!
Öfkesi kabaran, sonra sakinleşen dalgalar gibi, ani iniş ve çıkış sonrası sessizce. “Bunu bir yerden duymuştum ama nereden?” dedi Serkan. Bende ona döndüm ve dedim ki, “Bayılıyorum Serkan bu atraksiyonlu konuşmalarına.”
Ahmet sessizce lafa girdi, “Hak edene haddini bildirmek gerek. Haddini bilenler, hadsizleşmemek için edepli davranır ve böylece hadsizde haklı olduğunu zanneder.”
“Arada bir pişkinlik ve edep farkı var ama kiminde edep, kiminde pişkinlik yerleşmiş, gada…”
“Canlı cansız her varlığa, eşyaya edepli olmak. Dikkatli tahlil edin. Sadece insana değil.”
“Edep, insan davranışının müziğidir; uyum ve ritim sağlar.” (Plato)
“Kötü insanlara tahammül edebiliyorum bak, ama aptallara ve hadsizlere asla!”
“Edep, kişinin diğerlerine olan saygısının en temel ifadesidir.” (Thomas Aquinas)
En son söz bendeydi. Sağ elimle kalbimin üzerine koydum ve sol elimi yumruk yaparak biraz havaya kaldırdım.
“Mevlana Hazretlerine sormuşlar; ‘O kadar okursun, o kadar yazarsın, ne bilirsin?’ Mevlana şu cevabı vermiş; ‘Haddimi bilirim.'”
DEĞERİNİN farkında olmayanlardan, UZAK duracaksın. DEĞERİNİ bilerek, YOK SAYMAYA çalışanlara ise HADDİNİ bildireceksin!
Nasıl? Kendine kalite ve değer katarak… Mutluyum, sağlıklıyım, başarılıyım, hayatımda bolluk ve bereketi yakalıyorum. Kendimi seviyorum… Zihnimi eğitiyorum…
Herkes kendini o akşamlarda önemli hissederdi. Sakinleşme, kendini tutma, içindekileri dışa vurma, nasıl bir üslup sahibi olması gerektiği konularında terbiye olunurdu.
“Edep, insani ilişkilerin yağını sürer; sürtünmeyi azaltır, ilişkileri pürüzsüzleştirir.” (Marcus Aureli)
Kendini bilen Rabbini bilir sözünün arkasında yürümeye, o günlerde aşkla şevkle karar verdik… Sonraki yıllarda neler oldu???