Yamacıma oturmuştu Efruz. Bu gün gibi aklımda. Çocuktu daha. Çocuklar nasıldır bilirsiniz. İyi bir dinleyici buldular mı, anlatmaktan yorulmazlar.
“Gene suya girdim. Anam kızdı. Sular alır götürür seni, dedi, iki de vurdu kaba etime. Anam kaba etime vurur sadece. Çocukların başına vurulmaz diyo nenem. Anam da nenemden çekneniyo. Başıma vurmuyo. Ama nenem görmediği zamanlarda…”
Sonra bıyıkları terledi. Hep anlattı, her şeyini bana anlattı Efruz.
“Aşağı köyde bi ırmak var. Deli deli akıyo. Anamdan korkmasam çıkmam sudan. Irmağın yanında bi de kumru var. Adı Azize. Azize. Azize. Kumruyu eve getirem dedim. Anam o kumru bize gelmez dedi. Fukaralara gelmezmiş güzel kumrular. Aşık olmak günah mı ki?”
Delikanlılık ateşi yanan başını az mı vurdu bağrıma bağrıma…
“Kumruyu almışlar. Kumru yok. Anam -sana başka kumru alıcam- dedi. Adı Azize olan başka kumru var mı ki dünyada? Adı Azize olsa, yüzü Azize olur mu? Yüzü Azize olsa, gönlü Azize olur mu?”
Anası başka kumru aldı ona. Çocukları yamacımda koştu. Dallarımda salıncak kurdu salladı Efruz. Ecel çocuklarının anasını aldığında, pişirdi, taşırdı, süpürdü, sevdi yavrularını. Ana gibi sevdi Efruz.
Bir zaman sonra, Aşağı köyden esen yeller Azize’nin türküsünü çığıra çığıra geldi. Olur olmaz dile düşen azizelerin türküsü işte böyle esen yele karışır, çoğalır, dağları aşar, bayırlardan düşer, toza toprağa bulanır, yankılanır köy yerinde.
Azize’nin kocası ölmüşmüş. Azize ne yere bakan yürek yakanmış. Başı dışarıymış hem. Muhtarın karısı diyesiymiş. Muhtara bile bir keresinde el edesiymiş, göz edesiymiş. Elbette ki suçluydu Azize! Sadece Azize suçluydu. Kocası olmadığı için kocalı kadınların, kocalarını ondan kıskanmaları doğaldı. Ama Azize, çocuklarının rızkı için tarlaya gittiği, ekin biçtiği, bostan suladığı için suçluydu. Çeşmeden su doldururken de cilveli miydi ne azıcık. Azize evinden çıkmamalıydı. Onun çocuklarına bakmak, ihtiyaçlarını karşılamak zorunda değildi hiç kimse. Ne olursa olsundu. Azize suçluydu.
Azize aklını oynatmaya başlamış en nihayetinde. Bizim deli Efruz da dayanamamış, tutmuş getirmiş ilk göz ağrısı kumrusunu. Sadece iki deli bir yastığa yaraşırdı belki de.
Azize’yle de oturdular yamacıma. “Özlüyorum çocuklarımı” derdi Azize. Yemenisinin pöçüğüyle gözlerini silerdi, sonra burnunu, sonra alnını. Ağlardı Azize, Efruz’un deli omuzuna eserikli başını dayayıp.
Çok yaşamadı Azize. Bir ikindi vakti, seccadesinin üzerinde ölmüş. Sağ tarafıma gömdüler Efruz’un kumrusunu.
Zaman geçti. Bilmem ne kadar. Kimine az, kimine çok. Kuzinenin közünü karıştırırken, hasır kilime düşürmüş bizim Deli Efruz. Ev alev alınca, başucunda asılı Azize’nin resmini koltuğunun altına sıkıştırmış, geldi, çöktü dibime. Sarıldı çerçeveye, evin tükenişini izledi. Sonra çerçeveyi dalıma astı. Sırtını bana yasladı. Oğulları geldi ve kızları. Mezarını kazdılar, Azize’nin yanı başına. Vasiyetiymiş, kumrusunun resmini göğsüne koydular. Boş çerçeveyi dalıma asıp gitti çocuklar.
Ya işte böyle. Bir de derler ki, çınar ağacının meyvesi olmaz. Bilir misiniz ben ne aşklar büyüttüm yapraklarımın arasında gezinen kader yazgısıyla.
Dilek hanım yazılarınızı çok begenıyorum devamını beklıyoruz.