Eski zamanların adamı olan Somuncu Baba, gönül ateşiyle pişirdiği ekmeklerini işçilere, fakirlere, hakirlere dağıtır. “Mü’minleeeer, somunlaaaaar!” Günün ilk ışıklarıyla duyulur, şehrin taş duvarlı evlerinin sıralandığı dar sokaklarında bu nâra. Kendini içselliğine adamış bir derviş için böylesi bir eylem, ancak ‘hayatı anlamlı kılma’ arzusundan kaynaklanmış olabilir. Ben bu kıssadan, var olmanın anlamının iyiliklerde, paylaşmada gizli olduğunu gösteren bir eğitim şeklini çıkarıyorum. Kanımca bunu görebilmek, insana bir idrak becerisi kazandırır. Adı sevgi dili olan iyilikler deryasında yüzmenin, gönle girmenin ve inceden inceye bam teline dokunmanın sırrına, din günü sahibinin rızayı dehlizlerinde yer edinmeyi murad eden bir dervişin kıssasıyla ulaşabileceğimizi düşünmekteyim. O halde buyurun gelin; erenlerin izinde, köhnemiş bir hikayeden kendimize dair nasıl hisseler çıkaracağımıza…
Kıssada ekmek dağıtımı ön plandadır. Zira ekmek, insanın temel gereksinimine işaret eder. Ekmeği ihtiyaç sahiplerine ulaştırma gayreti ise insanın şuurunu uyandıran bir eylemdir. Şuuru akıl oluşturur. Akıl bununla beraber pek çok şeyi de gösterir insana. İdrak, bilinç, iman, varoluş sancısı düşünüşü?… Manevi altyapı yani! Maneviyat, ekmek kadar bir gereksinimdir insan için. Maneviyat yolculuğuna akılla girilir, nice hikmetlere götürür. Bir gonca gibi gözlerine serilir hakikatler, bulur kendini derin bir anlam deryasında beni âdem. Bilahare ruhu yenilenir ve başka bir kapı açılır. Adı mana olan bu kapı ise keşfedilmemiş sırlara ulaştırır kişiyi. Kalp ancak burada mutmain olur.
Bir derviş, muradına ermek için bu şekilde pek çok kapıdan geçer. Her kapı, bedenini yoran, ruhunu rahatlatan bir gayret silsilesiyle açılır. Dervişin sarf ettiği her bir gayretin adı umuttur. Dervişin muradı ise o kapıları açmak, umuduna erişmek, yani dünyevi gereksinimlerin altındaki manevi hikmetleri keşfetmektir. Velhasıl murada umutla, umuda çabayla varılır. Çaba da kutsal ögelerin sanrısız tortuludur. Yani cem-i fâniyatın, uhrevi şuurunun idrak merhaleleridir. Ne mutlu ki kurtuluşa eren, o köhnemiş yolların, söz dinlemez bir nehir gibi akan eski zamanın o esrik ruhlarına!
Ben, insanın bir parça ekmek derdinde, bir parça da mutluluğu kovalayan, aynı zamanda nefsinin tahakkümünde aciz bir esir olduğu bu hayatın hazin biten hikayesinde, elinde kalan tek güzel şeyin, karşılıksız yapılan iyilikler olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
İnsan, yaşanmışlığının gölgesinde durup dinlemeli kendini. İyilikler, cürümlerle dolu mazisinin hangi sayfasında kalmıştır? Durup düşünmeli, sorgulamalı hayatını. Acaba bundan önce doyumsuz hazlarla yaşarken, sonunda hazin bir sona mahkûm olacağını hiç düşünmüş müydü? Bak, işte çarçabuk bitivermiş bile bitmeyecek sandığı ömrü. Sonunda elinde kalan şey nedir peki? İnsana geride iyi veya kötü neler kalacağına, kıssamızdan hisseleri çıkararak görelim.
Somuncu Baba’nın ekmek dağıtımı, evvelde dediğim gibi insanın en temel gereksinimi olan yiyeceği, artı emeğinden bir parça paylaşmayı öğretiyor. Konu öyle basit gerçi, lakin içinde derin bir anlam gizli. Hele de insanın gerçekliğini düşündüğümüzde, mesele daha da başka bir boyut alıyor ve gözlerimize ilmin o mucizevi kehanetiyle farklı bir pencere açılıveriyor. O pencereye bakan kişi, dünya hayatının önemsiz olduğunu görür ve insanın, yalnızca kendi benliğine tutkun, kendi rahatlığı için çalışan, tüm çabası kendi olan bir varlık olarak değil de komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir diyen bir peygamberin ümmeti olduğunu hatırlatır.
İnsan, hayatın anlam arayışına girip, göz açıp kapayıncaya kadar yitiveren bu hayatın gerçekliğini fark etmeli; içindeki fani hazlarına direnebilmeyi öğrenip, uhrevi olana, kainatın derinliklerinde saklı duran manaya huşuyla bakabilmelidir. Bu bakış, anlamsız gelen dünya hayatının aslında paylaştıkça, iyiliklere dair yeni erdemler edindikçe anlam kazandığını gösterir insana. Bunu gören kişi, dünyevi zaafların yerini uhrevi aktivitelerle doldurur. Tıpkı Somuncu Baba gibi. Önemli bir eğitimin de başlangıcıdır. İnsana manasızlığa karşın manayı öğretir. Mana, dünyevi hazlara kapılmanın önünü kapatan, uhrevi bir düşünüş şeklini edinme biçimidir.
Eğitim, insanın evvela kendini eğiterek bir süreci başlatması; fedakarlık duygusuyla açılan kapısından, karşılıksız iyilik duygularıyla girmesidir. Bu, bir ekmeği paylaşırken basamakların ilkini oluşturur. İkinci basamak ise ilkin tezahürünün devamı, kişinin çevreye aktarımlarıdır. Yola daima hüsnü niyet, hüsnü zan, arınmış temiz duygularla hayır hasenat işleri ile devam edilir. Bununla beraber, bir tebessüm, güzel bir söz, şefkatli bir dokunuşla da çoğaltılır iyilikler. Kur’an’da Asr Suresi’nde, kurtuluşa erenlerin özelliklerinden birinin de nasihat edenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler olduğunu görüyoruz. O halde iyilikler bazen de işte böyle nasihatle yani sözcüklerle olur. Bu bir dokunuştur. Gözler tebessüm ederek dokunur, dil tavsiye ederek, öğreterek, eller yardım ederek iyilik yapar. Sonunda uzayıp giden bu hayat yolunda güzel davranışlarla uzayan bir hayır silsilesi oluşur.
Hayır silsilesinin oluşması, insanın içindeki vicdan terazisini kurması ile mümkün olmaktadır. Vicdan terazisini Allah (c.c.) biz aciz kullarına Beled Suresi’nde belirtmiştir:
“Ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? Ve ona iki yolu göstermedik mi? Fakat o sarp yolu göze alamadı. O sarp yol nedir, bilir misin? Köle azat etmektir. Veya bir kıtlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç, açık bir yoksulu doyurmaktır. Sonra iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve acımayı öğütleyenlerden olmaktır. İşte bunlar hakkın ve erdemin yanında olanlardır.” (Beled 8-18)
İyiliğin kötülükten daha zor edinildiği çetrefilli bir imtihandır hayat insan için. İyiliklerin, insanın adalet terazisini oluşturan vicdanı ile oluştuğunu düşünmek ise insanın daha da büyük bir sorumluluk taşıdığının bilincini gösterir. Tüm bunlar, iç dünyamızda daima bir savaş halinde olduğumuzun bilgisini vermiyor mu bize? İyilikle kötülüğün savaşı!
Hülasa; kıssamızdan bize düşen hisse: İnsanın maneviyatıyla alakalı özlük değerlerinin idrak eğitimi, Somuncu Baba metaforu ile pratiğe dönüşürken, iç dünyasında ise merhamet duygusunun güçlendirilmesi, adalet terazisinin kurulup, vicdanın ön plana çıkarılması ile kendini gösterir. İnsan, aklın gölgesinde bu sayede iyi davranışlar silsilesi oluşturularak Kur’an’ın tabiriyle hakkın ve erdemin yanında olmayı edinebilir.
İyilikle…