“Bu dünyada en güçlü insan kim?” diye sorsalardı “BABAM” derdim ben.
Hayat dolu, hep hareketli haliyle dikkat çeken, konuşmayı seven, sürekli kitap okuyan, öğrenen ve öğreten adam.
Güneş parladığında yeşil, hava karardığında renkli olan ela gözleri çok uzaklara dalmıştı. Bazen bize anlamsız baktığını düşündüren bakışlar aslında öyle derinlere saplanıyordu ki seslendiğimizde, uzun ayrılık sonrası ilk kez görmüş gibi ismimizi karıştırarak;
– Sen mi geldin? diye soruyordu.
Yüzünün rengi solmuş, hayat ışığı sönmüş, kulakları iyi duymuyordu. O kadar zayıflamıştı ki, kemikleri parmakla sayılır hale gelmişti. Bir zamanlar selamlaştığımızda tüm vücudunun kuvvetini hissettiren ellerini şimdi biz, azıcık sıksak canı acır diye itinayla avucumuza alıyorduk. Dizleri büküldüğünden bize dayanmadan ayakta durması artık çok zordu. Bazen sırtımıza alarak odadan odaya taşırdık babamızı. Yemek yerken;
– Kendim yiyeceğim, deyip kaşığını ağzına kadar getirmeye güç yetiremediğinden üzerine dökülenlere üzülerek bakıyor, sonra inadından vazgeçerek;
– Tamam sen ver, diyerek kaşığı bize bırakıyordu.
O gün odasına geldiğimde yine düşüncelere dalmıştı, uzaklaşmıştı buralardan. Yaklaştım.
– Babacığım, neler düşünüyorsun? diye sordum.
– Ah kızım, acaba ölüm ne zaman gelecek? Bu halim ne kadar devam edecek? diye sordu.
– Bilemem ki canım babam, gelecek bir muamma. Kimse bilmiyor gaybı, dedim ve gözlerinin içine baktım.
– Biliyor musun çok pişmanlıkların var. Hayatım ne kadar boş geçmiş, zamanın hızla akıp gittiğini anlayamamışım bile. Yetmiş senelik ömrüm yetmiş dakika sürmüş meğer. Geri dönsem gençliğime….
İçini çekti. Duygulandı ve sustu. Sonra daha da sakin bir sesle,
– Çok şeyi telafi etmek isterdim hayatımda. Bir gün dahi yaşlanacağımı ve hastalanacağımı hayal dahi etmedim. Sanki bunlar herkes için olabilir ama bana yaklaşamaz, dokunamazdı. Hayat hep koşturmaca, hep bir heyecandı. Biteceğini, sona ereceğini düşünemedim. Öyle aşıktım ki hayata, dünyaya kaptırdım kendimi. Oysa ölüm kapıda bekliyormuş… Oysa ebedi hayata hazırlanmak için zaman tanınmıştı bana… dedi ve kurumuş dudaklarını diliyle ıslatarak su bardağına işaret etti.
Mutfağa geçtim. Döndüğümde istemsizce yanaklarından süzülen göz yaşlarını saklamaya çalışıyordu benden. Sarıldım. Sıkı sıkı sarıldım. Zayıflığı sebebiyle yüzünde kaybolmuş yanaklarından, her biri bin hatıra barındıran kırışlarla dolu yüzünden öptüm, doya doya öptüm.
“Seni seviyorum babacığım!” dedim, göğsüne sığındım ve göz yaşlarıma hakim olamadım…
O gün dersimi aldım. Anladım ki geç kalmamalı insan. Sevgiye, saygıya sarılmaya, tebessüm etmeye, paylaşmaya, iyiliğe ve güzelliğe geç kalmamalı. Hayata geç kalmamalı ama ölüme de güzelce hazırlanmalı insan.
Ordan bura uzanıp kalben dokunan, dokunduğuyla kalmayıp gözlerden yaş olarak süzülen duygu dolu cümleler.. Elllerinize sağlık, gönlünüze ferahlık dilerim 🩶
Çok güzel Duygu yüklü eline emeğine sağlık. Evet hayat çok kısa ve farkında olmadan yıllar su gibi akıp gidiyor. Her geçen saat ve dakika ölüme daha çok yaklaşıyoruz. Korkularımız çok Allah’a tam kulluk görevimizi yapamıyoruz, nasıl hesap vereceğiz? Yüce mevlam bizleri affeyleyip sevdiği kulları arasına dahil eylesin inşaallah âmin ecmain. 🌹
kalbe dokunan, insana değer katan ,huzur ve hüzün dolu sözleriniz için teşekkürler bir kere daha anladım hayatın sonsuz olmadığını, hayatımızda ki insanların hep yanımızda kalmayacağını,bizde yolcuyuz onlarda yolcu… Ellerinize emeğinize sağlık