Anadolu’da meşhur bir gelenek vardır. Herkes bilir bu geleneği. Hatta bunun için yarışır Anadolu insanı. Yediden yetmişe herkes bu gelenekle büyür ve ısrarla bunu gelecek nesillere aktarır. Bütün okullarda bu gelenek anlatılır, her hutbede bu gelenek okunur.
Bu gelenek berekettir, rahmettir, azaptan kurtuluştur. Bir evde neşe varsa, bir yerde huzur varsa muhakkak bu geleneğin sihirli sırrıdır bu.
Bu gelenek herkesin bildiği gibi misafir ağırlama geleneğidir. Bu, yıllardır bizi birbirimize bağlamış ve aramızdaki buzlar bunun sayesinde kırılmıştır. Bu gelenek, atalarımızdan bize kalan belki de en sağlam dayanaktır.
Toplumumuzda “Tanrı misafiri” gibi muhteşem bir tabir vardır. Ev sahibi ister sizi tanısın, ister tanımasın, sizi baş üstüne koyarlar. Hz. İbrahim bir gün misafir gelmediği için dışarı çıkıp misafir aramıştır. Bize de bu ruhla gelmiştir bu gelenek.
Ramazanda iftarların vazgeçilmezlerinden olan misafir çağırma, dertlerimize derman olur. Sofrada yenilen şeylerin bereketi artar. Sohbetlerin tadına varılmaz, dünya işlerinden el etek çekilir ve yalnızca samimi bir yakınlaşma başlar. Ramazanın tadı ancak böyle alınır çünkü.
Her evde muhakkak misafir odaları vardır. O odalar dokunulmaz odalardır. İçlerine girmek yasaktır. İçindeki eşyalara dokunmak yasaktır. Hatta bizim evde bir misafir odası vardı. Hâlâ bile içinde ne olduğunu bilmiyorum.
Ben böyle bir ortamda doğmuşum. Tokat’ın şirin kenti Almus’ta dünyaya merhaba demişim. Bizim ev Yeşilırmak kenarı bir konaktaydı. Dedemin işinden dolayı evimize her gün onlarca misafir gelirdi. Dedem o civarda tanınan bir esnaftı. Onlarca dükkânı vardı. Süleyman Efendi dedin mi herkes tanır dedemi Tokat’ta. Hem zenginliğiyle hem de misafir ağırlamasıyla civarda tanınan bir kişiydi.
Konağımızda çalışanlarımıza hiçbir şekilde kızmazdı dedem. Biri bir hata yaptı mı güzel bir dille uyarır, sonra da olması gerekeni gösterirdi. Çünkü güzel dilin açmayacağı kapı yoktu ona göre. Ayrıca herkesin bu dünyada misafir olduğunu söylerdi.
Bir gün okulda öğretmen misafirliğin yararlarını anlatıyordu. Ben hemen el kaldırdım ve bütün faydalarını anlatmıştım. Çünkü çok alışkındım bu duruma.
Bir şey kaybedilmeden değeri anlaşılmaz. Ben, üniversiteyi okumak için İngiltere’ye gittim. Orada tam beş sene kaldım. Bu süre zarfında anladım ki her şey yerinde ve toprağında güzelmiş. Ülkemin kıymetini bir kez daha anlamıştım. Oradaki insanların ne aile yapıları ne de toplumsal yapıları sağlamdı. Herkes sanki tek yaratılmıştı. Hatta amca ve dayı gibi isimlere bile tek bir isimle hitap ediyorlar. Orada gördüğüm bir başka şey de insanlar bireyselleştikçe suç oranları artıyor ve intihar vakaları da çoğalıyordu. Çünkü toplumsal olan ülkelerde dertler paylaşılır, içinde tutulmaz. Muhakkak çare bulunur.
Bireysellik yok bizde, biz toplumsal olarak var olmuşuz. Olayları ve düşünceleri bile toplum aklıyla düşünüyor, topluma ters en ufak bir harekette bulunmuyoruz. Hüznümüz de sevincimiz de topluma mal olmuştur.