Şimdi çok uzaklardasın. Karlı kış ormanlarında aradım seni. Masumiyetini kaybeden beyaz gibi siyaha buladın kendini. Hem ne diye senin gitmeyeceğini inandım ki? Bir gün hayat bile biterken sen hafifçe karanfil çiçeklerini başucuma bıraktın. Ancak ben onları bir an olsun cepkenimin cebinden çıkarmadım. Fakat bir gün annem beni hıçkıra hıçkıra ağlarken yakaladı. Sonra anneme sarıldım, senin fotoğrafına bakıp ağladım. Seni kardan adam yaptığım kar kitlelerine sordum. Göğe fısıldadım adını ve en sevdiğin şarkının sözlerini. Fakat birden gök gürledi ve senin adını unutuverdim. Annem benim yanımdan uzaklaştı. Ah annem, neden böyle yaptın? Çok denedim seni unutmayı. Fakat hayallerim, rüyalarım buna izin vermedi.
Hayatta hep ikinci adamdım ben. En arka koltuğa oturan, en son kararı sorulan ve dinlenen, maçlarda hep kaleci olan, uluorta yerde bir başına bırakılan ve en önemlisi de sesi en cılız çıkan ancak içinde koca fırtınaları barındıran. Tüm kusurları görmezden gelmeye kalkıştım. Fakat benim tüm kusurlarım hep göz önünde. Uzun upuzun bir hayat sanıyordum bu yolculuğu, fakat göz açıp kapayıncaya kadar geçti 22 yılım. Ve bu yıl 23. yaşımı yine yapayalnız kutlayacağım. İnsanlar yeni olan her şeyden bir beklenti duyar. Ben hep eskilerde kaldım. Lise zamanından kalan dostlukları, eski dizileri, oynanan eski sokak oyunlarını ve eskiye dair aile sohbetlerini. Çocukluğumu annemin annesini kaybettiğinde ben de kaybettim. Ancak annem oldukça sinirlendi bana, “Sen hala benim küçük oğlumsun” diye. Yine yalnız kaldım, babam babasını kaybettiğinde. Cenazede tabutunu sıralayın, boynu bükük bir şekilde bana bakışını hafızamdan silemem mesela. Kırgınım hayata, kuşlara, hafızama ve akla gelecek binbir aşka. Yalnız bir sandalye ve ben koca odada baş başa kaldım. Ve o an hatırladım, ölümü, yalnızlığı da anımsayınca.
Çaresiz kalmıştım ranza başında. Askerdeyken beni hiç kimse aramadı. Önümde duran güzel günlerin resmini çizdim zihnimde. Ancak soğuk içime işlediğinde hepsini unutuverdim. Sıcak, sımsıcak bir hikaye düşledim. Yazacağım yeni kitapta. Sonra kendimi o anların içine hapsettim. Masum ve günahsız bir aşk hikayesi. Ancak seni hatırlayınca tüm bunların kendimi kandırmak olduğunu aklıma soktum. Çaresizce duraksadım. Bir filtre kahve yapmak istedim. Ancak nerede yapabilirdim ki bu kahveyi? Git, kantinin zehir soluyan tavşan kanı çayını iç.
Artık sözlerin, kelimelerin, cümlelerin ve tümcelerin benim oldu; ödünç aldım kaderin engin kollarından. Yeni bir yıl başladı dediler. Yeni umut, yeni heyecanlar ve en önemlisi yeni şanslar. Hepsi fiyasko benim için, hepsi boş bir piyango bileti. Hava oldukça soğuk, toprağımın üstü çiçeklerle dolu. Ancak yanımda sen yoksun. Her anımda, her gözüm kapalı olduğu anda annem sarılıyor boynuma. Cennet kokulu anam, ne kadar da özlemişim, aradan 8 yıl geçmiş. Çay kokuyor elleri, nasırlı. Yoksulluğun izi hala silinmemiş tülbentinden. Biliyorum çok zor birilerinin “İyi ki varsın” demesi. Fakat aradan birkaç yıl geçince herkesin ağzından aynı cümle dökülüyor. Ben kurşunlara kurban gittiğimden beri tüm gençlerin beni andığı çığlıklar her gün kulağıma geliyor. Ve Ayşe, en güzel şiirleri mezarımda hıçkıra hıçkıra okuyor. Olsun, toprağa bırakılan çiçekler bu sayede nefes alıp büyüyor. Amma da severdim Karadeniz Türkülerini. Her çay toplamaya gittiğimde şehirden bir ev almayı hayal ederdim. Anam her zamanki gibi hayal kurduğumu ve deli olmamam gerektiğini söylerdi. Fakat ben de huydur. Dalgalı Karadeniz gibi her isteğimi büyük bir coşkuyla haykırırdım. Anam beni tutardı, daha fazla kendimi kaybetmeyeyim diye.
İyice büyüdüm anne, 23 yaşına girdim kara toprak bağrına. Belki de yakındır kavuşmamız anacağız. Kim bilir, yalnızca Allah bilir. Hep demiştim, yine de ufak bir berhava ederek sözlerime son veriyorum:
“Biri de çıkıp demiyo ki İYİ Kİ VARSIN EREN!”
NOT: Tüm insanlığın yeni yılını mutluluklar dileyerek kutlarım. Ayrıca tüm İslam Aleminin 3 aylarını kutlar; bugün idrak edeceğimiz Regaip Gecesinde tüm duaların kabul olmasını dilerim.