Geçen gün, şu ana kadar çevirisini yaptığım kitapların tanıtımını yapmak için blog mu açsam, websitesi mi kursam diye düşünürken bir arkadaşımın tavsiyesiyle birkaç ilgili çevrimiçi platformu ziyaret ettim. Bir de ne göreyim? Çevirisini yaptığım canım kitaplarım, bebeklerim, rahmetli Adile Naşit’in deyimiyle “kuzucuklarım” çoktan oradaki yerlerini almış bile! Nasıl sevindim, nasıl duygulandım anlatamam. Çilli bom bom bom diye parmaklarımı şıklatmamak için zor tuttum kendimi desem yeridir 🙂 Ta ki bu sitede paylaşımı yapanın eser sahibinin kendisi olduğunu iddia ettiğini görene kadar… Yabancı bir site olduğu için ne bir admin ne bir okuyucu, kimse de kontrol etme, uyarma, düzeltme gereğini duymamış. Yahu, kitabın yazarı belli, çevireni belli. Hangi akla hizmet böyle bir işe kalkışır insan?
Bunu gördükten sonra karmaşık hisler sardı beni. Önce “Vay benim eserimi nasıl çalarsınız?” diye köpürdüm. Beynimin içi alevlendi adeta. Kafamdan çizgi film kahramanları gibi dumanlar tüttüğünü gözlemleyebilir miyim acaba diye aynaya koştum. Yüzüme soğuk bir su çarptım. Ardından evin içinde “Ne yapabilirim?” diye volta atmaya başladım. Bu düpedüz fikir hırsızlığı, eser hırsızlığı, emek hırsızlığı çünkü… Her neyse, sonra kendimi sakinleştirmek için limonlu açık bir çay demledim. Masamın başına geçtim. Hakkımı korumak için yapabileceklerimin listesini çıkardım. Fikri mülkiyet hakları ihlali şakaya gelmez. Ciddi hukuki boyutları vardır. Bu konuya sonra değineceğim. Hislerim diyordum. Evet, yapılacaklar listemi önüme alınca içime bir ferahlık geldi. Derin bir nefes aldım. Sonra da nedense bir hüzün çöktü içime. Yazarlar, çizerler, çevirmenler bilirler. Bir esere son noktayı koyduklarında plajda kumdan kale yapıp annesine koşan çocuklar gibi tatlı bir heyecan ve gururla üretimlerini paylaşmak isterler. Peki ya o sırada başka bir çocuk gelip kalenin üstüne basarsa… Ya kaleye su dökerse… Kaleyi dalgalar süpürse, isyanın seviyesi aynı olur mu bilmem, ama kaleyi bile isteye yıkan başka bir insan evladı olunca bu eyleme “Hım, seni yaramaz seni” deyip geçmek mi gerekir? Yoksa o çocuğa o yaşında başka bir kişinin üretimini bozmanın yanlış olduğunu anlatmak mı? Ağaç yaşken eğilir sonuçta.
Bakın, aslında bu yazımın amacı sizlerle ilham almak, esinlenmek, İngilizce “homage”, “pastiche” ve plagiarism yani intihal nedir uzun uzadıya açıklayarak bir nebze olsun içimin yağlarını eritmekti. Ama yazının gidişatı beni bu noktaya getirdi. Siz nasılsa bu terimleri merak ederseniz araştırabilirsiniz diye düşünüyorum. Size güveniyorum 🙂
Bilgiye çağımızda her mecradan ulaşabiliyoruz. Doğruluk oranı hakkında emin olmak ise eskisi kadar kolay değil. Eskiden komşudan ödünç aldığımız ansiklopediyle evimizdeki ansiklopedik bilgiyi karşılaştırır, bununla yetinirdik. Şimdi böyle mi? İşler arapsaçına döndü. Ansiklopedik bilgiyi paylaşmak yeterli değil. Yapay zekâ bu kadar yükselirken, ne kimin eseri, kimin emeği belli değilken altımızdaki zemin kayıyor. Bir de buna online platformlarda takipçi artırmak için başkalarının sözlerini kendi sözleriymiş gibi, kaynak göstermeden altına imzasını atanlar eklenince eser ve fikir sahipleri zıvanadan çıkıyor. Bilgi kadar bilgiyi nasıl işlediğimiz de önemli. Yapay zekâ tüm ağlara sızarken, biz insanlar da kendi ruhlarımıza bağlanıyoruz. Kimimiz de maalesef ruhumuzu çalıyor.
Ben ne mi yapacağım? Gerekli tüm hukuki ve bireysel önlemleri alıp yetkili mercilerle irtibata geçtim bile. Bir daha başkasının özlü sözünü yeniden yazdırıp kendi aforizmasıymış gibi paylaşan birini görürseniz, bu yazımın linkini kendisine gönderebilirsiniz.
Sevgiyle kalın…