“Eskiden çok konuşurdun” dedi.
“Eskiden işte, çok eskiden…” dedim ve tekrar sustum.
İnsan büyüdükçe susar, anlayanı olmayınca daha çok susar. Sonra acılarından konuşur, acılarından anlayan olmayınca bu sefer acıları kadar yine susar.
Susar dedim ama büyüdükçe dili susar insanın, ama konuştuğu çok şeyi olur kendi içinde.
Kederi konuşur, hüznü konuşur, acısı konuşur ve bir anlayanı olmayana dek hep kendisine konuşur. Hani kendine konuştukça kimse anlamasa bile sen kendini biliyorsun, acılarını tanıyorsun ve kendini anlıyorsun ya, işte benim kendime bile konuşacağım hiçbir şeyim kalmadı.
Yaşadıklarım, ne hissettiğimden, ne benden hiçbir şey anlamıyor ve ben artık kendimi anlamaya çalışmıyorum. Vazgeçmedim ama içimden kendime bile konuşmak gelmiyor. Ha, yani bu kadar susmak iyi mi? İnsan büyüdükçe susar dedim ama benim her şeye, kendime bile olan, bu ıssız susuşum büyüklüğümden değil, acılarımdan ve susmak her zaman iyi olmayabilir…
Acı çekmiş yüreğime aklım ne derse desin o hep sızıların da. Aklımın dili şarkıyken, yüreğimin ağıt, konuştuklarım benken, sustuklarım varlığım, aklım ondayken, yüreğim herkese suskun…
Konuştuklarımla eski de, acılarımla sustuklarım da kaldım, ben.
Değişimimi soranlar hep farklı insanlar oldu ama benim cevabım hep aynı kaldı. Ben kendime bile aynı şeyi söyledim. Ben eskiden çok konuşurdum, bunu bende biliyorum ama;
“Eskiden işte, çok eskiden…”
Her şey eskir ama insanın suskunluğu asla…