Şükredecek ne çok şey var hayatta, hele de ilahi düzene dair farkındalık arttıkça. Şükür arttıkça nimet de artar ayrıca. Bunun için önce af dilemek gerekir kainatın sahibinden, geçmiş günahlarımıza dair.
“Ya Tevvab, sen tövbeleri kabul edensin. Ben çok cahillik ettim, beni affet!” Dediğimizde mesela, yerde ve gökte övgüye layık olan biricik Yaradan “Mecid” ismi şerifiyle bizi de övgüye layık görüverir o anda. Bir çocuğun duası gibi saf ve temiz bir niyetle af diledikten sonra şükür gelir ardından. Her şey adabınca olmalıdır çünkü. Af dileyip arınmadan şükrümüz eksik kalır yoksa. Ve tüm bunları yaparken de affedilişe dair korku ve umut bir arada olmalıdır. Mevlana Celalettin-i Rumi Hazretlerinin de dediği gibi; “Bir yanda korkun bir yanda umudun olursa iki kanatlı olursun. Tek kanatla uçulmaz zaten.” Önce korkuyla af dilemek, sonra yüce Rab’den affını ümit ederek şükretmek tabiri caizse bizi kuşa çevirir öyle ki biz değilse de dileklerimiz uçar arş-ı alaya. “Ya Şekur, şükür ancak sanadır. Şükürler olsun verdiğin nimetlere.” Deyince artık dilemek zamanı gelmiştir.
Ne kadar kolay değil mi aslında? Yüce Yaradan’ın huzuruna layıkıyla varıp da silsileye uyduğumuzda altı üstü üç adımlık bir merdiven vardır yani karşımızda. TÖVBE, ŞÜKÜR, DUA…