Esselamü Aleyküm Ey Kâbe

34 Görüntüleme
5 Dak. Okuma

Bohr Atom Modeli’ne göre atomun merkezindeki çekirdeğin etrafında elektronlar çember şeklindeki yörüngelerde dolanmaktadırlar. Her bir çember yörünge, belli enerji seviyesine sahiptir. İşte tıpkı atomun merkez çekirdeği gibi Kâbe’nin etrafında da sayısız mahlukat ve beşer bu ziya yörüngesinde dolanmaktadır. İşte ben de yıllar evvelinden – yazılandan farz et- başka yörüngeden gelen bir atom parçası gibi bir çağrı, bir emir, bir rüyaya uyarak aşka dolanmaktayım. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Hacılar ve umre yapanlar, Allah’a giden heyetlerdir. Allah onları çağırır, onlar da icabet ederler. Onlar Allah’tan isterler, Allah da onlara verir.” (et-Tergib ve’t-Terhîb, c.2, sh: 107, hd. No: 1697)

Sana dönüşüm bir aşk temaşasıdır Ey Kâbe! Sana gelinceye kadar Medine, Mescid-i Nebevi, yollar, diyarlar ve bütün bu sergüzeşt bir huzme halinde beynimde dolaşıyor. Hiçbirini arkamda da bırakmadan sana adım atıyorum. Mahbeslerden giriyorum, güneşin huzuru damarlarıma işlemeye başlıyor. Yavaşlık yerini tempoya bırakarak sana bürünmeye başlıyor. Ey huzur, sen beni çağırdın. Diyorum ki, “Ey Kâbe halkı ve kuşlar ‘Selamün aleyküm’, ey Kâbe’nin rüzgârı ‘Selamün aleyküm’, ey dağ, taş, toprak ‘Selamün aleyküm’, ve ey hülyalarım gerçek oldunuz. Bunca selam yerine ulaşırken, ben de Selam kapısına ulaştım. Adımlar aydınlandı sanki sana gelince. Birken bin olduk sana girince. Seni görünce durdu dimağım ilk önce. Ben kimdim, neydim, ben var mıydım bilemedim, akıl durdu, fikir sustu senin varlığının önünde. Ey Kâbe, ‘Selamün aleyküm’ ben geldim. Ben kimsem sanki, kimseler kimse oldu, senin huzurun içinde. Maşallah sana, kimse nazar etmesin sana. Ey Huda’nın (c.c.) menzili maşallah sana. Bu kadar asrın ev sahibi, bunca güzellik serveri, görkem ve ihtişama mazhar bir beldeyi anlatmaya başlarken insanın ilk önce zihnine bir çeki düzen vermesi gerekiyor değil mi? Ama ben garip bir bi-çareyim, dilim dönmez ki seni haykırayım. Tıpkı bir seyyahın bir şehri anlatırken ilk cümleye nasıl nerden gireceğini bilememesi gibi, ben de Ey Beytullah seni anlatmaya başlarken ilk sözcüklerimi ve onları bir nasıl bir araya getireceğimi düşündüm durdum. Hak dile getirince inci gibi dizildi sözcükler yüreğimin ta içinde. Hay Bismillah başlayalım kelâma, kelâm seni duyunca Ey Kâbe, mahremini yitirir zuhur eder gözlerin önünde:

“Bunca hayal perdesinin ardında bir hakikate gönül vermekmiş Aşk

Sabır mücadele etmekmiş eyâ!”

Mekke bir seyyâle-i mâneviyyedir, bir muhabbet deryasıdır. Ne bir bakışta kendini açık eder ne bir bakışta sezilir fakat insanı sinesine çekerek hâlini arz eder. Ziyası bir halkadır, dönüp durur niyaz eder. Bir deryadır, zulmetin en koyusunda bir nuru, gecenin zifirisinde bir cevheri, koynuna gizlenmiş bir incisi vardır onun. O inci bir muhabbet bahçesidir oysaki; bir cennet-i âlâdır ki Beytullah onun ismi. Beytullah, Allah’ın (C.C.) evi demektir. İslâm inanışına göre yeryüzünde yapılan ilk mabeddir, Müslümanların kıblesidir. Kâbe’ye Beytullah yani Allah’ın evi denilmesi onun sadece Allah’a ibadet için yapılmasından mütevellittir. Böylece Allah, Kâbe’yi kendine nispet etmek suretiyle onun şerefini yüceltmiştir. El-Beytü’l-Ma’mûr! Rabbim senin şerefini, azametini, keremini, heybetini, hayr ve salâhını, iman nurunu ziyade eylesin. Hay Bismillah başlayalım tavafa. Tavaf fikrimce katre’yi umman eylemekti, bedeni Yaratan’ın (c.c.) nurunda eritmek, benliği-egoyu yok etmekti. Sözlük anlamıyla ise, bir şeyin etrafında dönmek veya dolaşmak anlamlarına gelmekteydi. Tavaf, ruhu Aşk’a temâşâ etmekti.

Mescidü’l-Harâm’ı yazmaya oturmuşken işte bu cümlelerle ben, böyle nazlı bir kuş gibi gökyüzünde döne dolaşa çemberler çizerek, kanatlarımın endamıyla ve gönlümdeki huşuyla imdadıma yetişen Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sözüne kulak kabarttım:

“(Ey Kâbe)! Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce!..” (İbn Mâce, Fiten, 2)

Ve kanatlarım uçmaz oldu ey Sadâ! Ben de Kâbe’nin yüreğinden tutundum. Kadim zamanlardan bir zamana sürüldüm. Hz. İbrahim ve oğlu İsmail bu duvarları harçsız taşlarla örüyordu. Damı bulunmayan Kâbe’nin üzeri hurma dallarıyla örtülüyordu. Ve ipekten bir örtü giyindin, güllere sürüldün Ey Kâbe! Güzel beytim, gözümün, gönlümün nuru. Hayalimin, dimağımın süsü Kâbe! Dünya gözüyle gördüğüm, kokusunu içime hapsettiğim Kutlu beyt. Vuslatına tekrar erebilmek dileğiyle, gülüne yüz sürebilmek dileğiyle. Selam ve dua ile.

“Ruhumu yakan bir hâr, elimde aşk kadehi,
Gel gönlümdeki harareti söndür bir od ile ey sâki!”

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Şair
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version