Eşyanın Hafızası

Ayten Yağmur 1.2b Görüntüleme 2 Yorum
7 Dak. Okuma

Yaşadığımız her an hayatımıza birçok şey giriyor: Yeni insanlar,yeni eşyalar, yeni mekanlar, yeni tatlar, farklı şehirler… Ve bunların her biri küçük de olsa dokunuşlarda bulunuyor yaşamımıza, hayatımıza renkler katıyor ve beni ben yapan tüm özelliklerimi de inşa ediyor. Bu gün ben, içinde bulunduğum ana kadar yaşadıklarımın çocuğuyum, onların birer yansıması ve bıraktığı izlerim. Şimdilerde bunu çok daha fazla düşünür oldum. Unuttuğumu sandığım geçmiş hafızamın bir köşesinde duruyor sadece, onu gün yüzüne çıkartacak bir işaret bekliyor ve ben bu işaretleri daha çok arar oldum. Galiba bu duygu babamın vefatı ile oluştu bende. İlk büyük kaybım, en büyük acım ve kabullenmekte hala zorlandığım gerçeğim. Belki de daha önce hiç aklıma getirmemiştim insanın bir anda her şeyi kaybetme ihtimali olduğunu ve ne yaparsa yapsın bir daha geri dönüşlerin olamayacağını, bir fotoğraf karesine hapsolacağını.

Tatillerde ailemin yanına sürekli giderim; kısa süre de olsa birlikte vakit geçirir, özlem gideririz. Ama son gidişlerimde ailem kadar çocukluğumun geçtiği şehri de özlediğimi fark ettim ve anılar daha çok canlanır oldu gözümde. Mesala yolda yürürken insanların yüzüne daha dikkatli bakıyorum; tanıdık bir yüz, bir ifade ve bir iz arıyorum. Aynı okula gittiğim, aynı mahallede oynadığım arkadaşlarımdan birini görme umudunu taşıyorum çoğu zaman. Bu izleri bulamamak beni üzüyor ama en çok da kızıyorum kendime. Neden bu kadar koparmışım bağları, tüketime alışan bizler en değerli duygularımızı da buna kurban etmişiz farkında olmadan. Kızgınlığım daha çok buna sanırım.

Ailemin yanına gittiğim son tatilde aklıma ilkokulu okuduğum okuluma ve hemen yakınındaki mahalleme gitmek geldi. “Atatürk İlkokulu” İki katlı, çok sayıda sınıfı olan bir okuldu. O zamanlar bile eski sayılabilecek bu okulun büyük olan bahçesi küçük bir ormanı andıracak gibi ağaçlıktı. Mahalleme yaklaştıkça etrafıma daha dikkatli baktım. Köşedeki fırından koşa koşa ekmek aldığımı gördüm, ramazanlarda önünde oluşan kuyruk canlandı gözümde. Karşıdan karşıya geçerken korktuğum ve o zaman bana son derece işlek ve geniş görünen cadde ne küçük göründü gözüme . Anılar içinde ilerlerken birden bakışım okulumun olduğu yere takıldı. Yıkılmıştı okulum ve geriye sadece izler kalmıştı. Geçip gidemedim yanından, bir kenara çekilip öylece bakakaldım. Okulun bahçe duvarları duruyordu hala, sallandığımız demirler de yerindeydi. Arkadaşlarımızla salıncak sırası beklediğimiz hatta belkide sıra kavgası yaptığımız anlar geldi aklıma. Oturduğum bahçe duvarında ne dedikodular yapardık, ne sırlar paylaşırdık ve bir de “Dansa Davet” oynardık. İlk kalp sızılarımız o oyunla kendini gösterirdi, bir ifade şekliydi. İp atladığımız, top oynadığımız, beden eğitimi derslerinin yapıldığı alana baktım. Cıvıltılarımızı duydum adeta. Okulun giriş kısmı oturduğumuz mahalleyi görüyordu. Koşa koşa okula gelişlerimi düşündüm. Türkçe ders kitabındaki bir metni hece hece okuduğum o gün sabahı zor etmiş hemen okula gelip bu zaferimi arkadaşlarımla paylaşmak istemiştim. Okulun bahçesine girince gözüme ilk çarpan sınıf arkadaşıma okumayı söktüğümü söyleyip ders kitabımdan bir metni açarak hece hece okumuş ve zaferimi ıspatlamıştım. Ama en çok da öğretmenime bunu göstermek istiyordum. Sınıfımda ilk okumaya geçen biri olarak ayrıca gururluydum. Öğretmenim bu başarım için siyah önlüğümün sol göğüs kısmına kırmızı kurdele takmış ve ben bunu herkese göstermek için ne büyük çaba harcamıştım. Okulumun bahçe duvarından başka, geride hiçbir şey kalmamış yıkıntıdan ibaret olan okuluma bakarken en yakın arkadaşlarım Çiğdem ve Yasemin’i, Necmiye öğretmenimin salına salına okula gelişini hatırladım. Öğretmenime nasıl da hayrandım, gözünün içine bakardım adeta. Üçüncü sınıfa kadar okutmuştu bizi, sonra emekli oldu. Çok ağladığımı hatırlıyorum. Ara ara görüştük kendisiyle fakat daha sonra araya zaman girdi, iletişim azaldı ve en sonunda da koptu. Hayatımda çok özel bir yeri olan Necmiye öğretmenimin vefatını duyduğumda da kendime çok kızmıştım. Galiba en büyük yanılgımız her şeyin kalıcı olduğunu sanmak. Görmesen de, aramasan da orada bir yerlerde olduğunu düşünmek ve bir gün kaybedeceğini hiç aklına getirmemek.

Okulumun bahçe duvarında ne kadar oturdum, bilmiyorum. Sanki başka bir zaman diliminde ve kimsenin olmadığı bir anı yaşıyordum. Yoldan aşağı doğru indim. Uzun yıllar oturduğumuz bu mahallede ne çok anımız vardı.Hamdi Dede, arkadaşım Kadriye, Şule, Neriman teyze, Hacı anne… Hiçbiri artık orada yoktu. Hatta oturdukları evlerin bile birçoğu yıkılmış yerine yepyeni binalar yapılmıştı. Sadece birkaç tanesi duruyordu ve bunlardan biri de bizim oturduğumuz evdi. O zamanlar mahalledeki güzel sayılabilecek evlerden biriyken şimdi yeni yapılan binaların arasında nasıl da küçük, eski ve mahcup bir çocuk gibi duruyor. Oturduğumuz eve bakarken evlerin de bir hafızası olduğunu düşündüm. Terk edilmiş, yıkılmayı bekleyen, içine çöpler atılmış, sokak hayvanlarına barınak olmuş evler… Böyle evler bana hep düşündürür burada kimler yaşadı, nelere şahit oldu, kaç ölüm gördü ve kaç bebek gözlerini dünyaya bu evde açtı? Kapısından kaç genç kız telli duvaklı çıktı ve kaç asker uğurlandı? Kırık dökük camlarından kaç ailenin ışığı süzüldü? Ama zaman her şeye olduğu gibi onlara acımasız davranmış. Eskimiş, yıkılmış, yara almış. Sayısız insana yuva olan evler şimdi yapayalnız kalmış, kenara atılmış, unutulmuş. Yaşadıklarıyla, sevinçleriyle, kederleriyle başbaşa bırakılmış. Bir gün tamamen yıkılacağını bile bile o nihai sonu bekleyen evler bana insanı anımsatıyor. Şimdi karşısında durduğum bu evde bir zamanlar biz de yaşadık. Yaşanmışlıklarımızla dolu bu ev şimdi bir ihtiyar gibi duruyor karşımda. Sayılı günleri olan ve bir gün yıkılıp gideceğini bilen bir ihtiyar. İçimden “Acaba bir sonraki gelişimde seni görebilecek miyim?” diye mırıldandım. Mahallemden çıkarken sanki bir zaman makinesine girmiş ve zamanlar arasında yolculuk yapmış gibi hissediyordum.

Hayatımıza giren her şeyin bizim açımızdan bir hafızası var. Heybesinde neler saklıyor neler. İçinde yaşadığımız evlerin , evimize giren her eşyanın, hayatımıza giren herkesin bir izi var. Yaşandığı anda çok anlam ifade etmiyormuş gibi gelse de hepsi hayat yap-bozumuzun bir parçası. Dedim ya, daha çok düşünüyorum şimdilerde. Hayatıma giren ve bu gün olmayan herkes, yıkılan okulum, değişen mahallem, eskiyen eşyalarım, harabeye dönen evler her şeyin bir sonu olduğunu anlatıyor. İnsanların doğup, büyüyüp ve ölmesi gibi. Ama hiçbir şey yok olmuyor. Bıraktığı izlerle hatıralarda yaşıyor.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Öğretmen / Yazar
2 Yorum
  • Herkesin geriye dönük izlerini, hatıralarını, keşkelerini anlatan güzel bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık. Belki de yaş ilerledikçe kabullenmek istemediğimiz gerçeklerdir bizi maziye döndüren.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version