Bağrına basan, kaybetmemek için uğraşan, bağırıp, çağıran ama, içinde hep bir sevgi taşıyan her evin bir deli dolu insanı var…
İnsanoğlu işte!… Yaratılışı gereği korumacı bir yapıya sahip. Sevdiklerini hep yanında ister ve uzakları görmezden gelir. Her an yanında, her an karşısında görmek ister… Yaşamın en güzel anlarını erteletir. Kendi yaşamadığı Yaşamak istemediği güzel ve özel anları başkasına yaşatmaz yaşamasına engel olmaya çalışır…
Evin en çılgın, evin en hırçın bireyidir. Bağırıp çağırır, öfkelenir. Ama aslında yapmak istediği sevdiklerini korumaktır.
Sevme duygusunu sözleriyle anlatamaz, davranışlarıyla söylemeye çalışır. Onu kimse anlamaz, anlayamaz… Kimse üzmek istemez elbette; fakat onun bu davranışı sevdiklerini üzer ve tepki çeker.
İnsan kendine, “Sevmek mi? Sevilmek mi? Hangisi ağır basıyor?” diye sorar?
Cevap aslında burada yanıt bulur. Sevmek en derin duygu, en vazgeçilmez duygudur. Seviyorum seni, vazgeçemiyorum, elimde değil dercesine bağırır. Sevginin dilini değer kattığı duygu ile haykırır durur…
Yorulur insan seslenmekten, yorgun olur gözler bakmaktan, bağımlı kalmaktan sıkılır. Biraz kendini dinlemek ister. Yoluna engel değil, güller konulsun ister. “Yeter!” diye haykırmak, yaşamın rotasını başkası değil, kendi çizmek ister. Sevmek güzel elbette ama, sevginin ölçüsünü kaçırmadan ferahlık yaşamak ister.
Her şeye müdahil olan, her şeye “yapma, etme, gitme, gelme” diyen karamsar düşüncelerle sırf onu yanında tutmak için karşısındaki insanı kararından döndürmeye çalışan evin bir deli dolu insanı var.
Sevgi, hak ettiği gibi verilmeli insana. Ne dozu çok aşırı verilmeli, ne de dozu çok az verilmeli. Her şey kararında olmalı…