Az önce evrenden çikolatalı süt istedim. Bu günlerde ev biraz soğuk. Yerimden kalkmak canım istemedi ama çok pozitifim bu konuda. Daha önceden kakaomu sütümü alıp dolaba koymuştum. Mutfakta mikserim, bardağım hatta çikolata, reçel gibi fazladan tatlarım bile var. Bu kadar çok hazırlık yapıp, açık bir şekilde manifestlediğim için evrenin bana sürpriz yapıp istediğimden daha da iyisini vereceğini tüm sayılar ve alfabeyle birlikte biliyorum. Yok istiyorum mu olacaktı o? İstemek istek dalında kalmaktı, o zaman biliyorum. Tüh, karıştı biraz, inşallah evren biraz emrivakilikten hoşlanıyordur. Aldım, verdim, ben seni seçtim, çikolatalı süt, hadi salona koş.
Ne oldu şimdi? Evren küstü galiba bana. “Onu da kalk kendi yap,” diyor sanırım. Oysa millet daha fazlasını istiyor oturduğu yerden, ben basitle başlayayım dedim, en baştan su koyuverdi. Şimdi işin yoksa kalk çalış, kendini geliştir, evden çık bir yerlere git, bir şeyler üret. Üstüne bir de dua et, kadere rıza ve mücadele ile eşlik et, tevekkül et ve seyret Rabbinin arka arkaya verdiklerini ne tür hikmet cevherlerini içine koyarak nasip ettiğini.
Sizler de aradaki benzerlikleri görebiliyor musunuz? Birileri zamanında sağlam İslami literatür çalışması yapmış gibi. Dünyanın yaratılış amacını ve insanın gönderiliş hikayesini bilmeyenler için oldukça mantıklı bir zemin oluşturmuşlar. Kısa bir karşılaştırma ile başlayalım.
Öncelikle evren diye bir kavramı bizim Allah inancımızın yerine ikame etmişler. En büyük sıkıntı evrenin gezegenler, yıldızlar gibi uzaydaki var olan her şeyin içinde bulunduğu mekânın ismi olması. Bu mantıkla baktığımızda para ihtiyacımı güneşten, çiçekleri marstan ve akşam yemeğini de dünyadan isteyebilmem gerekmez mi? Sonuçta buralar da evrenin birer parçası, akmasa da damlar. Şimdi saçma mı geldi? İçine tüm güneş sistemlerini ve gök taşlarını koyunca mantıklı oluyor yani. Ne güzel akıl, maşallah. Devam edelim.
Pozitif olunca, pozitif olayları çekiyormuşuz kendimize. Burada da bizim sınav dünyası dediğimiz önemli birkaç kavramın birleşimi bir formül var. Başımıza gelen her şeyin Allah’tan olduğunu ve hayrımıza olduğunu kabul etmek dinimizin gereği. Zira Allah kullarına zulmetmez. Ya seni dönüştürmek için gelmiştir ya günahını temizlemek için, sevabını artırmak için, ya da sabrını sınamak için diye daha da uzatabiliriz. Yani siz tevekkül eder ve elinizdeki nimetlere şükrederseniz Rabbim size verdiği nimetlerini arttırdığı gibi, o noktadaki sınavı verip bir diğerine geçiş yapmaya hak kazanıyorsunuz. Diyelim ki çok güzel tevekkül ettik, şükrümüzü eksiksiz ve güzel bir şekilde yaptık, yine de negatif denilen sıkıntı halinden çıkamayabiliriz. Örneğin en büyük musibetleri ve sıkıntıları çekenler yine en güzel şükredip tevekkül eden peygamber ve onların peşi sıra gelen veliler olmuştur. Ne yani, pozitif düşünemedikleri için mi bunca belaya maruz kaldılar? Çok mu karamsardılar? Çok derin düşünmeye bile gerek yok bence. Düz mantık duvarına bile az bir çabayla bu fikir toslamış gözüküyor.
Bir de rakamlar var. 777, 520, 741; zaten oldu, ben para mıknatısıyım, evrene teşekkür ediyorum, aldım-verdim, ben seni sevdim… Diğer tarafta da bizim çektiğimiz zikirlerin belli sayılarda olması, bir de bunu yanlış bulurlar. Bizim taraftan başlayayım bu sefer. Eskiler “Yağ mumu yakana Allah yağ mumu, bal mumu yakana Allah bal mumu verir,” demişler. Bir şey elde etmede çabayı esas almışlar yani. İstediğiniz kadar zikir çekin kendini ibadete adamış zakirlerden değilseniz, çabalamadığınız bir eylem için sonuç değil ona giden imkân ve yollar size sunulacaktır. Çünkü insanlara, kulluğa ilave ve kulluğun bir cüzü olarak dünyayı imar görevi verilmiştir. Bu açık bir şekilde her Müslümanın ulaşabileceği bir gerçektir. Oturduğunuz yerde olumlamalarla ve imar olmuş dünya frekansıyla uyumlama yaparak, bir sonuç elde edebileceğinize gerçekten inanıyor olamazsınız! Ya da olmamalısınız.
Pekâlâ, madem bu kadar yanlış bu düşünce sistemi, neden insanlara mantıklı geliyor? Bu noktada güzel ve planlı bir pazarlama tekniği devreye giriyor. İlk baştan bu yana anlattığımız ve ikame edilmeye çalışılan asıl inanç sistemi ögelerini hatırlatıyor olması ve hatta taklit ediyor olması diyebiliriz. Şöyle ki Yaradan dünyayı halk ederken sebepler silsilesini de kanun hükmünde yaratmış. Yağmuru buluta, tohumu toprağa, çocuğu anne ve babaya mecbur kılmış ve olabilecek her istisna ile de mucize dediğimiz ayrı bu hal murat etmiştir. Buradaki sebepleri merkeze alıp çevresine başka başka fikirler kafanıza göre ördüğünüzde bile, yine dimdik durabilen bir bütün karşınıza çıkacaktır. Çünkü merkezinde sağlam ve doğru bir gerçek vardır. Burada da insanlar “Kullarımın zannı üzereyim,” dediği noktada emin olan zihniyetleriyle, dua bilinci olmadan da istemek adına duaya geçtiklerinde ve biraz da gayretle daha güzel şeyleri hayatlarında görmeye başlıyorlar.
Bunların yanında, Allah’ın yarattığı sonsuz olasılıklı bir hayatın içinde, insanların yaşamlarını düzenlemek için karmaşık ve çeşitli daha birçok formül mevcuttur. Mesela ruhların birbirini tanıması, bir ev dolusu yabancının içinde kendine en denk insanı (sana göre) bilmeden seçip oturması gibi. Bu noktaları açıklamak için de frekans kullanıyorlar ki bu da apayrı bir konu.
Bütün bu parmağımızı sallaya sallaya anlattıklarımıza rağmen kabul etmek istemeyenler de elbette olacaktır. Kendi adıma, dünyayı imar noktasında, ailemde ve çevremde aldığım bireysel görevlerin yanında yazarlığın, en öne çıkanı olduğunu düşünüyorum. Evreni bu yazıyı yazmak için darlayabilirdim ama ben gayretin frekansının daha yüksek ve pozitif olduğuna inananlardanım. Ardından, bir de “okuyanı bol olsun” diye duama kattım mı, benden iyisi olmaz. Bu arada güneş çıktı, kalkıp çikolatalı sütümü kendim yapacağım. Sanırım Allah mutfağa gitmem için beni teşvik ediyor. Son olarak da Allah’ın kuralları ile uyum içindeyim, çok şükür öyle de oldu…