Hüzün mü yüklüdür Eylül’de, yoksa sadece güz müdür Eylül?
Yazın gidişi Eylül’ün verdiği garip hüzünle birleşir çoğu zaman, bir burukluk bir sükunet çöker inceden yüreklere…
Belki de ben böyleyim ezelden, bilemedim? Bu Eylül başka Eylül bu defa benim için. Bir bitiş bir tükeniş, boşa kürek çekmekten yorulmuş bedenimin sıradanmış gibi sandığı ama artık kendini kandıramadığı… Hak etmeyen insanlara verdiğim değerin karşılığında nasıl hiçe sayıldığımın acıta acıta ispatıdır bu Eylül!..
Saat sabahın üçüydü bu birkaç satırlık itirafı günlüğüne yazdığında Gizem’in. Artık kalemi tutacak gücü dahi bulamıyordu kendinde, gözlüklerini çıkarıp masadaki okuma lambasının düğmesini kapattı. Ağlamaktan kan çanağına dönen gözlerini ovuşturdu, elinin tersiyle çenesine ve dudaklarına yayılan gözyaşlarını sildi. Şimdilik birkaç satırı zor yazdığı günlüğünün ıslanan satırlarına içi acıyarak bir kez daha baktı ve masadan kalktı. Nereye baksa ne yapsa, kafasının içinde dolaşan düşünceler ve gözünün önünden bir türlü gitmeyen görüntüler, sanki az önce yaşanmışcasına canlıydı.
Kolay değildi yaşadıkları, tam on yıl süren bir ilişkiyi daha birkaç saat önce noktalamıştı… Hem de telefonda!..
Gizem’i bu noktaya getiren düne kadar “Sevdiğim” diye hitap ettiği adamdı. Bu sonun böyle olmasını isteyen ve kim bilir kaç zamandır bu anı bekleyen Mert yine yapmıştı yapacağını ama bu defa daha farklı daha can yakıcı bir acıydı Gizem’in payına yıllar sonra kalan. Bir yanında acı bir yanında da öfke hakimdi.
Aşkın en deli halini gençliğinin en büyük coşkusunu bu adamla yaşamıştı yıllar öncesinde de, o zaman da Gizem’i ardına bakmadan terk eden yine Mert olmuştu. İsmini duyan da adam sanırdı bu pisliği diye içinden öfke seli geçti yine, fakat bu defa kendine daha fazla kızıyordu Gizem. Bir insan neyse o’ydu ve değişmezdi, değişim bazı insanların karakterine değil maalesef sözlerine gerçeklik katmak için uydurdukları bir ikna etme yalanı oluyordu. İşte isminin anlamına hiç yakışmayan Mert’in tanımı tamda buydu.
Yatağına uzanıp ağlamaktan sızlayan gözlerini sımsıkı kapattı Gizem. Yaşadığı şok ile şu anda ne hissettiğini ne yaşadığını hatta nerede olduğunu bile algılamakta zorlanıyor, zihni ona oyunlar oynuyordu. En çok zoruna giden de onun, değiştiğini söylediği yalanına bu kadar uzun süre inanmasıydı. 10 yıl dile kolay!.. koskoca 10 yılını değmeyen bir adam uğruna harcamış, nelerden vazgeçmiş neleri görmezden gelerek katlanmıştı. Canından çok sevdiği annesinin bile, ilk günden itibaren “Bak kızım bu adam senin dengin değil, onunla mutlu olamazsın” diyerek sürekli uyarmalarını dâhi göz ardı etmişti, en çok ta buna üzülüyordu şimdi. Hayatın böyle bir gerçeği var ne yazık ki!.. İnsan yaşamadan deneyimleyemiyor çoğu şeyi.
Saat kaç, sabah mı akşam mı? Olduğu yer neresi ve ne yaşıyordu bilemiyordu Gizem!.. Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerini açmış olsa da uyur uyanık geçen gecenin ardından hâlâ çok taze olan acısı yüreğini burkuyor bedeni kendisine ait değilmiş gibi hissediyordu. İsteksizce yerinden doğrulurken başının döndüğünü hissetti ve bir süre daha, kalkmak için kendinde güç toplamaya çalıştı. Ne kadar bir süre bu şekilde oturduğunu bilmeden annesinin her zamanki gibi tatlı sesiyle onu kahvaltıya çağırdığını duyunca hızla yerinden kalkarak toparlandı.
Bu dünyadaki en büyük şansı canından çok sevdiği annesiydi hiç şüphesiz… Her düştüğünde onu kaldıran kol kanat geren sevgi dolu bir ailesi vardı çok şükür, işte bir insanın en büyük şans ve şükür nedeni bu olmalıydı. Hayatını alt üst eden bu adamın etkisinden bir an önce kurtulup önüne bakması gerektiğini çok net biliyordu.Tek ihtiyacı olan şey sadece zaman ve olumlu düşünce ile tekrar kendi öz benliğine dönmesiydi. Bu günler de geçecek ve herkes hak ettiğini yaşayacaktı. İnancı ve gelecekten beklentisi buydu artık. Kahvaltıdan sonra güzel bir duş alıp kendine gelmeye çalıştı. Artık silkelenme, yenilenme zamanıydı. Geçen bunca zamanın ardından yok olan yıllara ve Mert’e inat dimdik ayakta durmalıydı. Zamanın unutturmadığı ne var ki şu yalan dünyada diyerek, küllerinden yeniden doğacaktı.
Her ne kadar güçlü görünmeye ve ağlamamaya çalışsa da, kafasından geçen her düşünce gözlerinin önünde canlanan bunca yıllık anılar, gerçek sandığı sevginin, tuttuğu sıcacık elin şimdi kalbine hançer yemiş gibi verdiği acının ıstırabına dayanamıyordu. Bu noktaya gelene kadar bir defa bile kavga etmeden geçirdikleri yıllar ve evlilik hayalleri şimdi kocaman bir toz bulutu olmuş. Sanki yıllarca rüya sandığı kâbusla uyutulmuştu.
Bir ölüm bir de ayrılık acısı derler ya hani, insanı dibe vurdurur diye. Gerçekten öyleymiş!..
Bir kalbi içten içe kanatan, en yakının hissettiğin, güvenip sevdiğin, toz kondurmadığın kişinin, şimdi hiç hayatında olmamış gibi yok olmasını izlemek.
Bir insanın elini tuttuğunda yarı yolda bırakmak değil, sonuna kadar o yolda birlikte yürümektir marifet.
“Bir insanın elini tuttuğunda yarı yolda bırakmak değil, sonuna kadar o yolda birlikte yürümektir marifet.”
Bunada aşk denilir kadir kıymetini bilene vesselam,selamlarımla.