Ah yalnızlık, ne korkulu bir rüya. Henüz bebekken annemizin parmaklarına sımsıkı tutunarak kendimizi hayata karşı güçlü hissetmeye çalışırız. İhtiyaçlarımız tamamlandıkça, ilgili kişilere bağlılığımız artar. Kendi kendimize yetme yetimizi de iteriz arada. Karşıdan bize uzanan ellerin verdiği rehavete kapılırız.
Fiziksel İhtiyaçlarımızın kolay yoldan karşılanmasının yanında, gördüğümüz ilginin ruhumuzu okşadığını fark ettikçe, o kişilere karşı da bir bağ oluştururuz. Fiziksel ve ruhsal olarak tamamlanmamız için karşımızdakilerin bize uzanan elleri, kalplerinden yansıyan sevgileri, bizim hayat yolunda yoldaşımız olur. Bu şekilde yürümek, yollarımızı açar, engellerimizi aşar, güven verir.
Bir gün, yürüdüğümüz yolların yol ayrımlarında ,o kişileri farklı yönlere saparken görürüz. Yalnızlık kelimesi eklenir dağarcığımızdaki cümlelere. Yabancılık çekeriz haliyle. “Ama olmazlarsa olmaz ki” deriz. Yolumuzdaki kişiler birer birer farklı yollara saptıkça, dehşetimiz artar. “Yalnızlık” kelimesi dilimizi, yüreğimizi yakar.
Oysa bağımlı olduğumuz o kişileri, gözümüzde, yüreğimizde, hayatımızda ne kadar büyüttüysek, kendimizi o oranda, küçültüp yok saymışız.
Diyeceği o ki, kendi kapımızı çalmadan başka kapılara yönelmişiz hep. Kendimizdeki o devasa potansiyeli yok sayıp, başkalarından medet ummuşuz.
Oysaki her birimiz, tek başımıza hayatımızı sonuna kadar idame ettirecek tüm gücü bedenimizde ve ruhumuzda taşıyoruz. Çevremizden önce içimize yönelip, eksiklerimizi dışarıdan tamamlamaya kalksak, belki de tamamlanacak hiçbir şey olmadığını göreceğiz.
Hepimiz inanılmaz bir güç potansiyeli ile donatılmış olarak, kendi kendimize fiziksel ve duygusal olarak yetecek bir şekilde yaratıldık. “Yalnızlık” diyoruz ya, zaten yalnız geldiğimiz gibi, yalnız gideceğiz. Sadece, evrenin özü olan sevgiyi birbirimize armağan edebiliriz. Yalnızlık, korkumuz değil, gerçeğimizdir. Duygularımızı, düşüncelerimizi, istek ve arzularımızı, fiziksel İhtiyaçlarımızı karşılayacak tüm potansiyele sahip bir “Yalnızlık” gerçeği…