Bir kahve fincanında ne mi görürüm? Siz deyin bir dünya, ben diyeyim kahve telvelerinin arasına gizlenmiş bir rüya…
Size göre dünya olan şey bana göre neden rüya geliyor merak ediyorsunuz öyle değil mi? O halde kulaklarınızı iyice açın ve falcı kadının size anlatacağı şu hikâyeyi dinleyin.
Kadınların geleceğe dair duyduğu merak her zaman erkeklerden daha büyük olmuştur. Bunun nedeniyse kadının gelecekte yapılabilecek herhangi bir hatayı önlemeye çalışma çabasıdır. Geleceğin uçsuz bucaksız yolları kahve telvelerime yapışır bana olur olmadık figürler çizer. Ben de bu figürlere müşterinin gözleriyle birlikte bakar ve duymasını istediğim şeyleri söylerim. Önüme oturan her müşteri ya hayatındaki sorunları anlatır ya da umut beklediği şeyin gidişatını merak eder.
Aslında biz kadınlar susmayı pek beceremeyiz. Bir kahvenin kırk yıl hatırı olan bir memlekette doğmuşuz ve gelecekle ilgili bilgi almak için falcıya geliyoruz! Hem de kahve içmeye… Eğer bir masada iki kadın ve bir fincan varsa o masada samanlık seyran olur, samanlar keçilerin karnını doyurur. Yani benim karnımı…
Gelelim müşterilerime… Kahve telvesinden zaman çizelgesi oluşturmamı isteyen çok değişik müşterilerim olmuştur; kocamdan boşandım yeni aşka ne zaman yelken açarım, sınava girerim nereyi kazanırım, giden gitmiştir ne zaman geri dönecektir, erkek mi çocuğum olacak kız mı, kayınvalidem tahminen ne zaman ölür, çıkan yollar neye gebe, uzun yol ne kadar uzun ayaklarıma kara sular iner mi, kısa yol ne kadar kısa suya erken gireyim mi, eşim ayaklarımın dibine ne zaman düşer ve ben bu çilekeş hayatımdan ne zaman kurtulurum… gibi bitmeyen bin bir türlü soru. Neyse ki hepsine bir cevabım var; senin için kabarmış bir bardak su iç.
Genelde müşterilerimi pek önemsemem, yüzlerini de pek hatırlamam zaten. Kahve fincanına bakmaktan yüzlerine bakmaya fırsatım olmuyor ki! Bir de sürekli şurada şunu gördüm, sanki şurada şu var, fincanımın ortasında kocaman bir kalp var, şurada X,W,Q harfi var, ben sanki orada tavşan değil de at gördüm gibi mesleğimi rencide edici sözler duyuyorum. Yani ben bir hastaneye gidip nasıl ameliyat yapmıyorsam kendi mesleğime de aynı özenin gösterilmesini isterim. He zaten o da tavşan değil at canını yediğim üstündeki de Kara Murat.
Neyse dediğim gibi müşterilerimi pek hatırlamam ama biri var ki daha ilk geldiği an tüylerimi ürpertmiştir. Göz altındaki torbalar yer çekimine bırakmış kendini. Öyle büyük öyle sarkıktı… Alnındaki kırışıklar bizim köye yol olurdu. Başındaki kırmızı yazma aynı anamınki gibi buram buram Anadolu kokardı. Hele göz pınarlarını dolduran o kırmızılık gözlerimin önünden hala gitmez.
Çadırdan içeri girdiğinde önce bir utandı. Çünkü bu yaştaki kadının burada ne işi var dedim. Lakin gocunmadan parasını ödedi ve kahvesini içti. Fincanı tablanın üstüne kapattı ve beklemeye başladı. Benim de ağzım rüzgâr gülü gibi devamlı eser gürler. Dedim teyzem senin falla kahveyle ne işin var? O kırmızı gözlerini çevirdi bana. Öyle bir sinirle baktı ki… hala bile bir kötü olurum. Hani bizim işler için yok üç harflilerle birlikte iş yapıyor falan diye bir dedikodu dolaşır ortalıkta. Dedim herhalde rakip falcı bana bunu gönderdi. Karşımda da kadın değil, şey var… Tövbe Tövbe.
‘‘Senden pek bir şey istemiyorum’’ dedi. ‘‘Sadece ne zaman zengin olacağımı görüyor musun?’’ diye sordu. Ben de sizin gibi afalladım. Sonuçta karşımda bir ayağı çukurda bir kadın vardı. Şu saatten sonra zengin olmak onun için ne ifade ediyordu ki? Açtım baktım fincana ama tek bir ibare gözükmüyor. Belli değil dedim. Hiçbir şey söylemeden çantasını aldı gitti. Elimde fincanla ağzım iki metre açık kalakaldım. Genelde müşterilerimi hep tatmin etmişimdir. Hatta bana ‘Müneccim misiniz? Nasıl bildiniz?’ dediklerinde bir egom kalkmıyor değil. Ama ilk defa böyle bir müşteriyle karşılaşıyordum ve ne yapacağımı bilemedim.
Klasik müşterilerle iki haftayı geçirdim derken yine bir gün çadırdan o yaşlı teyze girdi. Tekrar geleceğini düşünmediğimden de onu karşımda görünce şaşırmıştım. Bu sefer güler yüzle karşıladım onu kahvesini verdim. O içerken ben de biraz yüzünü süzdüm. Sanki daha yorgundu. Artık gözlerinin altındaki morluklar siyaha dönmüş, yüzü zayıflamıştı. İster istemez üzüldüm onun için.
Fincanı kapattı ve beklemeye başladı. Ben de ortamı yumuşatmak için ‘Ee, bu sefer ne bakıyoruz?’ diye sordum. ‘‘Ne zaman zengin olacağıma’’ dedi. Sıkkınlıkla gözlerimi devirdim. Fincan soğuyunca aldım elime detaylıca baktım. Ama zenginliğe dair hiçbir şey gözükmüyordu. Yine eli boş terk etti çadırı.
İki hafta sonra tekrar geldi. Bu sefer gözle görülür bir kilo kaybı vardı. Saçları da yer yer dökülmüş yazmasının kenarından belli oluyordu. Oturdu yine tam karşıma kahvesini içti. Falı için aynı soruyu sordu ve ben de aynı cevabı verdim. Gidiyordu ki daha fazla tutamadım kendimi. Bu yaşta zengin olmayı niçin arzuluyorsun? Hadi onu geçtim iki haftada bir niye buraya geliyorsun? Diye sordum ama cevap vermedi. Çadırın ağzından kaybolurken beni sessizliğime boğdu, gitti. Fakat onu bekleyecektim. İki hafta sonra gelecekti.
Gelmedi. Nice iki haftalar geçti ama yaşlı kadın çadırımdan içeri girmedi. Tam ümidimi kestiğim anda kırmızı yazmalı başını içeri soktu ve güçten yoksun bir şekilde hafif tebessüm etti. Onu karşımda görünce kalkıp bir sarıldım. Neden yaptım bunu hala anlam veremiyorum. Canım kaynadı herhalde. Oturttum karşıma kahve söyledim. Haftalardır nerede olduğunu, neden gelmediğini sordum. Cevap vermedi. ‘‘Önce kahvemi içeyim de falıma bak’’ dedi. Yine aynı şey için mi bakacağız dedim ki yanılmamıştım. O da yanılmamıştı. Falda hala zenginliğe dair ibare yoktu.
İçim içimi yiyordu. Yalvardım bu yaşta parayı ne yapacaksın söyle diye. Sustu. Gözleri yaşla doldu. Kısa bir süre sonraysa çadırı hıçkırık sesleri boğdu. O gün öğrendim ki; o yaşlı dediğim kadın benden yaşça küçük dertten daha kırkında çökmüş biriydi ve bu kadının amacı zengin olmak değil çocuk yaşta başlık parası karşılığında kendinden yaşça büyük bir adamla evlendirilen kızını kurtarmaktı. Ayrıca o kadın kızını geri alabilmek için gece gündüz çalışıyor ve başlık parasını biriktiriyormuş. Kızını da ondan başka kurtaracak kimse yokmuş.
Şu topraklarda kadınların falına bakmak bile işkence haline geldi. Çünkü her fincanda bir umut barınıyor ama bu umutların bir rüyadan ibaret olduğunu söylemeye benim dilim varmıyor.