Ben öldüm her gece
İçimde hep bi’ cenaze
Beni sevmedin mi?
Sevmedin mi sen?
(Çağan ŞENGÜL)
Demet, mutfaktan salona doğru elinde kupasıyla geçerken masanın altından bir şeyin hafifçe ayağına çarpıp havalandığını fark edince durup yere eğildi. Yerden iki yıpranmış sayfayı aldıktan sonra koltukta saatlerdir telefonuyla oyun oynamaya devam eden kocası Okan’a kısa kızgın bir bakış attı. Sayfaları bir iki kez öne arkaya çevirerek inceledi. Bunlar, Okan için çıktısını aldığı anlaşmalı boşanma protokolünün sayfalarıydı. Okan’ın “Tamam, bakıp dönerim”inin üzerinden artık ne kadar zaman geçtiyse kağıtlar eskimiş, sararmış, yıpranmıştı ve hatta… Emin olmak için Demet kağıdın eksik parçasını iyice gözüne yaklaştırdıktan sonra karar verdi; fareler kağıdın bir kısmını yemişti…
Son zamanlarda hep olduğu gibi yine bir ikilemin kollarında buldu kendini. Bu ikilem onu o kadar uzunca bir o yana bir bu yana sallıyordu ki huzurdan değil ama baş dönmesinden uykusu geliyor ya da bayılmak istiyordu. Boşanma fikrini artık dışarıdakilerle paylaşmaya başlamasından hemen sonra şaşırtıcı bir şekilde aldatılıp aldatılmadığı, sonrasında da şiddet görüp görmediği soruluyor olumsuz cevap alınca da hep onu haksız bulan gizli veya açık surat ifadesi ile konuşma devam ediyordu. Sanki boşanmak için sadece bu iki neden varmış, eğer bu iki neden yoksa mutlu bir evlilik sürülüyormuş gibi… İlgisizlik, sevgisizlik de en az bunlar kadar büyük boşanma nedeniydi Demet için. Evet, seven insan aldatmazdı, seven insan şiddet, hatta insan şiddet de göstermez ama seven insanın ilgi göstermesi, sevgisini bir şekilde göstermeye devam etmesi gerekmez miydi? Yoksa şu anki ilişkileri ev arkadaşlığından öte bir şey değildi. Hatta öğrenciliğini düşündüğü zaman Okan çok iyi bir ev arkadaşı bile sayılmazdı.
Evet, Demet için de kolay değildi. Her şeyden önce yılların emeği vardı. Bu kararı almak için en büyük karşı koyan kişi zaten kendisiydi. Ama her ne kadar aynı yatak için de bile olsa ondan bu kadar uzak ve yavaş yavaş düştüğü bunalımları görmeyen, gecelerce sessizce yanında döktüğü gözyaşlarını duymayan biri için artık mücadele etmeyecekti. Kendi kararını vermek için verdiği savaş en zoruydu ama oradan çıkmıştı. Kararı kesindi. Zaten Okan da en sonunda bu karara saygı duymuş ve süreci çok da fazla uzatmamak ve çirkinleştirmemek için anlaşmalı boşanmayı da kabul etmişti ama… Aması vardı işte… Demet’in üşenmeden çıktısını alıp getirdiği protokole bakması bile haftalardır erteleniyordu.
Demet, birden ikilemine geri dönmüştü. Acaba niye bakmıyordu? Gerçekten de bitmesini istemiyor muydu? Gerçekten bir noktadan sonra ilişkiyi kurtarmak için çaba harcamaya mı başlayacaktı? Yoksa yine o üşengeçliği ve boş vermişliği ile ilişkinin bu noktasında bile ertelemekten çekinmiyor muydu? İşte bu ikileme şimdi farenin bıraktığı diş izleri de karışmıştı. Yani farenin kağıda zarar vermesi ona evrenden gelen bir mesaj mıydı? Aslında boşanmaması gerektiğini mi anlatmaya çalışıyordu acaba evren? Sonra çok hafif bir umut ışığıyla başını kaldıran Demet kendi içinde fırtınalar koparken pozisyon bile değiştirmeden telefonda oyun oynayan kocasını görünce yine bir hüsrana uğradı. Kendisi sağ olsun, Demet ne zaman böyle bir ikileme düşüp kararını sorgulayacak olsa verdiği saçma sapan tepkilerle ya da sadece şimdiki gibi tepkisizliği ile bu ikilemden onu kurtarıyor ve verdiği kararda onu destekliyordu.
Her şeye rağmen Demet kendini tutmadı ve konuşmaya başladı:
“Okan evde fare var sanırım, senin incelediğin protokolü de yemiş biraz!”
“Tamamdır, ben ilgilenirim!”
Okan cevap verirken kafasını bile kaldırmamıştı. Demet içinden “Evet, evrene bir mesaj daha gönderdik. Sevgili fare, artık en az koruma altındaki türü tükenmek üzere olan hayvanlar kadar uzun bir ömrün olacak!” dedi ve acı acı gülümseyerek o da diğer koltuktaki kalktığı yere oturdu.
***
Nöbetten çıkan Demet, eve o kadar yorgun dönüyordu ki… Yine de eve yaklaşırken yeni ev arkadaşı olan fare aklına geldi ve Okan’ın konuyla hiçbir şey yapmadığını adı gibi bildiği için telefonu ile fare kapanlarını incelemeye başladı. Klasik fare kapanının yanında fare istasyonları ve yapışkan kağıtlar da vardı. Acaba en iyisi hangisiydi? Herhalde yapışkan kağıt daha iyi gibiydi ama ona da nasıl ulaşacaktı? Gidip mahalledeki bir iki dükkanı gezmesi gerekiyordu, dükkanların açık olup olmadıkları belirsizdi ama Demet’in onları gezemeyecek kadar yorgun olduğu çok belliydi. Onun için en azından bugünlük sorunun çözümünü ertelemeye karar verdi.
Eve geldikten sonra yine aynı koltukta oturup aynı pozisyonda telefonda oyun oynamakta olan kocasıyla soğukça selamlaştıktan sonra hemen mutfağa geçti. Kendisinin geç kalacağını öğrenen ev arkadaşı sağ olsun kendi için bir tost yaparak idare etmişti. Evet, ona da aç olup olmadığını ve onun için bir şey yapıp yapamayacağını sorabilirdi ama buna da şükürdü en azından şimdi eline ayağına dolanmayacaktı. Tezgahı silip bulaşıkları lavaboya koyduktan sonra mutfağın uzak köşesinden bir parıltı gözüne çarptı. Birkaç adım atıp yaklaştığında bunun bir fare kapanı olduğunu görünce şaşkınlıktan ağzını açık unuttuğunu fark etti. Sonra salona geçip kocasına laf attı:
“Fare kapanını halletmişsin sağ ol! Gerçi yeri ya da kapanın çeşidi doğru mu bilmiyorum ama…”
“Merak etme, yeri de çeşidi de doğru!” diyerek hem onun lafını kesti hem de sorularına baştan savma bir cevap vermişti Okan.
Her şeye rağmen Demet mutfağa döndüğünde yine ikilemlere düşmüştü. Acaba gerçekten de aslında uğraşıyor muydu? Yoksa acaba kendisi mi fazla büyütüyordu? Yani neredeyse en kısa zamanda bir şekilde konuyla ilgilenmişti. Hızlıca bir şeyler atıştırıp salona geçen ve yan koltukta o da telefonu eline alan Demet bir yandan da gülümseyerek hayaller kuruyordu. “Sen şu fareye bak. Önce kağıtları yiyip mesaj verdi, şimdi de belki de boşanma protokolü aşamasına gelmiş ilişkiyi döndürecek. Tabii ki böyle iki küçük adımla her şeyin değişmesini beklemek mantıklı değildi ama birlikte oturulup belki de bir danışman eşliğinde konuşulursa düzelme yolunda büyük bir adım atılırdı. Belki de evliliğin yürümesi için yeni bir anlaşma yaparlardı, adı da belki… “Fare Protokolü” olurdu.” Demet artık kocaman gülümsüyordu.
Sonra bir anda bir “çıt” sesi geldi ve bir dönüm noktası oldu.
“Okan, fare kapana girdi galiba, gidip bir baksana!”
“Tamam, şimdi kalkıyorum!”
Kalkmadı tabii ki.
Ama belki de Demet’e öyle gelmişti. Öyle ya, ses belki de başka yerden gelmişti. En iyisi gidip uzaktan bir bakmaktı. Demet telaşlıca yerini terk edip mutfağın kapısından çekine çekine kapanın olduğu yere baktı. Karanlıkta göremeyince ışığı açtı ve işte oradaydı… Burnu sıkışan fare ışık da açılınca can havliyle nefes almaya çalıştı ve çıkan sesten Demet’in bütün tüyleri diken diken oldu. Ürperti içerisinde salona koşup yerine geçti, bacaklarını da göğsüne yaklaştırıp kapanırken yalvarırcasına tekrar Okan’a seslendi:
“Okan, gerçekten fare yakalanmış, acayip sesler çıkartıyor, çok korkuyorum, iki dakika bir ilgilensene!”
“Tamam, iki dakikaya hallediyorum!”
Telefondan yine kafasını bile kaldırmayan Okan’a o kadar sinirlenmişti ki… Artık neredeyse çıldırma noktasına gelmişti ama ona son bir şans daha vermeye karar verdi ve yerinden kalktı:
“Ben beş dakika içeri geçiyorum, döndüğümde ne olur, lütfen o fare artık orada olmasın!”
Önce yatak odasına oradan da ebeveyn banyosuna geçen Demet gerçekten de beş dakika beklemeye karar verdi. Her ne kadar her geçen saniye sırtından soğuk terler aksa da arada bir yüzüne su vurarak, saniye saniye sayarak süreyi bitirdi.
Artık oradan çıktığında başka bir Demet vardı.
Salonda sadece geçerken eşinin oturuşundan hiç kalkmadığını anlayınca yavaşlamadan mutfağa gitti ve sakince fareyle beraber kapanı da alıp salona geri döndü. Okan’ın önünde duran sehpaya “çat” diye vurarak bıraktı ve bir anda sonuna kadar açılmış gözlerle kendisine bakan Okan’a bağırarak konuşmaya başladı:
“Sen ne biçim bir insansın? Sen insan mısın? Hadi aylardır, yıllardır ölü gibi bir evin içindeyiz, hiçbir şey anlamadın da sen beni tanıdığından beri bir an bile sevmedin mi? Orada ödüm kopuyor, tir tir titriyorum da kılını bile kıpırdatmıyorsun! Sen ne biçim bir şey olmuşsun! İşte bunu yapacaksın! İlla benim mi göstermem gerekiyor!” dedikten sonra deli gözleri bir anda Okan’ın telefonuna kilitlendi ve çok hızlı bir atakla telefonu eline alıp kapandaki farenin kafasına vurmaya başladı: “İşte böyle, böyle, böyle, böyle yapacaksın!”
Artık farenin öldüğünden emin olan Demet sakinleşmemiş, hatta kendisine ilk kez bu kadar korkan gözlerle bakan Okan’a karşı gösterisine devam etmeye karar vermişti. Koşarak masanın üstündeki protokolü aldı ve bir tane de tükenmez kalem kaptıktan sonra kapanla fareyi masanın üzerinden eliyle aşağı ittirdi ve protokolü koydu.
“İtirazın varsa ya şimdi et ya da imzala artık şu lanet protokolü!”
Okan bir saniye bile tereddüt etmeden ama titreyen ellerle Demet’in kanlı parmakları ile gösterdiği yerleri imzaladıktan sonra Demet’in gözlerinin içine bakınca Demet iyice güç sarhoşu olmuş deli gülüşüyle parmağıyla kapıyı gösterdi:
“Şimdi de sadece şu lanet telefonunu alıp şu kapıdan defolup gidiyorsun!”
Okan’ın anlık bir tereddüde kapıldığını fark edince sesini bir perde daha yükselterek “Şimdi dedim!” diye yineledi.
Okan saniyeler içinde telefonu Demet’in elinden kapıp kapıya doğru koştu, kapının önünde bulduğu terlikleri ayağına geçirdiği gibi de hızını kesmeden merdivenler aşağı hızla inmeye başladı.
Demet bir süre bekledikten sonra yavaş adımlarla kapıya gelip kapıyı hızlıca çarparak kapattı ve Okan’ın kalktığı yere geçip oturdu.
Sonunda olmuştu. Böyle mi olacaktı bilmiyordu ama böyle olmuştu işte…
Peki şimdi, ne hissediyordu?
İşte orası çok karışıktı. Bu akşam içinde birisi ölüp birisi doğmuştu. Ölen kişi bir an önce ağlamaya başlamak etrafı toparlayıp defalarca kanlı ellerini yıkamak istiyordu. Doğan kişi ise… Bir kere ağlamak istemiyordu, hatta gülmek, kahkahalar atmak istemiyordu. Dağınıklık kesinlikle gözüne batmıyordu. Ellerini ise… Bir süre baktıktan sonra kanlı başparmağının ucunu diliyle hafifçe yaladı.
Farklıydı…