Fikir Mezarları

Hüseyin Can Konar 481 Görüntüleme Yorum ekle
5 Dak. Okuma

Bugün uzun zamandır kendimle soğuk savaş halinde olmama rağmen zafiyet göstermeyip uyanmayı seçtim ve benimle birlikte fikir mezarlığında yatan bütün kelimeler ve cümleler de bugün tekrar uyandılar. Bilinçaltımın uç köşelerine kadar saklanmış bir satır daha varsa, o da yarın esir kalmamak adına bugün gün yüzüne çıktı. Hatta küsmüş olan kelimelerle dahi barış imzaladık ancak yarın tekrar kaybolacaklarını biliyorum. Bu mezarlığın diplerinde uzun zamandır kalıyordum; gözlerim açık ve yatıyorum, insanları dinliyorum, karanlığı seyrediyorum, çok zavallılar ancak gözlerim kapalı olsa dahi hissedebiliyorum. Sesler yankılanıyor, anlıyorum, fakat bu dibe basamak dahi dayayamayacak zavallılar sadece her seferinde birkaç iz bırakıp kaçıyor. Aslında her şeye ve herkese karşı kızgınlığım devam ediyor ancak eskisi gibi önemsemiyorum. Hatta şu sıralar sevmeyi bile denediğimi söyleyebilirim. Anlaşılan kabullenme evresi bu şekilde gerçekleşiyor, önce karşı çıkıyorsun ve uzaklaşıyorsun, sonrasında onu geliştirecek gücü bulamayınca sevmeye başlıyorsun. Ama bu da pek önemli değil zaten, yaşama dair insanların acziyetini görünce onlara karşı saygı duymaktan başka çaren de kalmıyor. Zaten aynı pencereden farklı gökyüzüne bakan insanların aynı duygularda buluşamamalarına çok da farklı gözle bakamıyorsun.

Kulaklarımı tıkamaya çalışmama rağmen sürekli tekrarlanan bu sesleri bastıracak hiçbir fısıltı bulunmuyor. Onca ses arasından ve insanların sürekli bir arayış da olmalarından çıkardığım bir sonuç varsa, o da özlerini kaybettiklerinden insanlıklarını bulamamalarıydı. Öyle ki tıkanan bu kulaklar ve körleşen gözlerden başka bir anlam çıkmıyordu. Sanırım bir kış akşamı yine yürüyordum, sanki bütün dertleri çantamla sırtımda toplamış gibiydim. Bu yüzden çoğunlukla sendeliyor ve adımlarım şaşıyordu. Tabii ki hiçbir sorun yokmuş gibi devam etmeye çalışmak da ayrı bir zorluğu beraberinde getiriyordu. Henüz bebekken sabırsızlıkla atmaya çalıştığımız o adımlar ileri ki zamanlarda hiçbir anlam ifade etmezken çok daha sonrasında bizlere tecrübe denen o yargıyı bahşediyor. Durum böyleyken attığımız adımların değerini umarsızca koşarken ve bizleri dik bir durumda tutarken değil ancak yerde yalnız bir şekilde kaldığımız vakit anlıyoruz. Devamlı olarak geri dönülmez yollardan dönmemiz ve bunu da bir şeyleri düzeltmek adına bir şans olarak görüyor olmamız, o adımları da bir süre sonra atamayacak hale getirmemize sebep oluyordu. Bir çıkış kapısı varsa onu da yok etmek çok zalimce olurdu. Bu nedenle belki de o yollara sadece tek seferlik iz bırakıp bizlerin de kaçması gerekiyordu. Her ne kadar yanlışları görüyor olsak da istiyoruz ki, bir tebessüm bizi kandırsın. Fakat tebessümün yargıları onlar için bir hayli korkulu. İçimizde bulunan korkular da nasıl derinlerde saklanıyor olsa da, bir süre sonra gün yüzüne çıkıp seni selamlıyor olacak. Ruhu hayat bahçesini andıran bu korkular bir enkazla soluyorken sonrasında tekrar filizlenip çiçeklerini açıp zamanla her hücresine yayılacaktı. Geçen zaman insanları iyileştiriyor mu gerçekten, yoksa köreltiyor muydu, artık bundan da emin olamıyorum. Ancak şunu söyleyebilirim ki, bakış açılarımız gerçek anlamda bir bedelmişcesine acıya dönüşüyordu. Daha derin bir ifadeyle, göz bebeğimizde titreyen ağaçlar ve dökülen yapraklar aslında hiç kıpırdamıyor fakat ağaca o yaprakları çok ağır geliyordu ve her ne kadar çiçek açmaya gayret gösteriyor olsa da, susuzluğu gün geçtikçe acı bir şekilde daha da fazla yapraklarını dökmesine neden oluyor, bu da ona her geçen gün bir parça daha yok oluşuna şahitlik ediyordu.

Bilinçaltımın en dibindeki fikir mezarları hala oradan çıkmak istemiyor ve saklanmış olan imgelerin altında esir olmuş bir şekilde bekliyor. Zaman belki kaybolan anılarla birlikte gidiyor ancak yaşamım henüz yazmak isteyip de bir araya getiremediğim harfler ve kelimelerle birlikte gelecekte, maziden kalan yaraları toplamaya gayret gösteriyor. Her ne kadar yorgun düşüp zorlanıyor olsam bile Rayiha her seferinde; ayağa kalkmam ve yazmaya devam etmem gerektiğini söyleyip duruyor. İnce bir çizgide yürüyorken sallanmaları aldırmayıp her anı hatırlamaya gayret gösteriyorum. Çünkü hayat hatırladığın o an; gözlerin son kez kapanıyorken gördüğün ışık, duyduğun o ses ve son defa iki dudağının arasından yankılanacak o tını. Ve hayat bir an; belki hiçbir zaman yaşayamayacağın, belki de son anına kadar yaşamak için koşacağın ya da tekrar bulamayacak olsan da arayıp duracağın…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version