Bir gün güneşin batmasına az kalmıştı, masanın üzerinde duran bilgisayarımın kapağını açtım, canım eski fotoğraflara bakmak istedi. Bosna-Hersek albümüne gözüm ilişti, bir de baktım ki, ne kadar genç olduğumu fark ettim, 10 yıl geçti. Orada ki yaşanmışlıkları unutmak mümkün mü?
Henüz 18 yaşlarında yurtdışına adım atmıştım. Ergendim. Türkiye’de okumak istemiyordum. Yeni dil öğrenme, yeni insan tanıma ve farklı kültür görme hevesim vardı. Tabi ki yıllar önce o çok merak ettiğim ülkeye gitmiştim. Üç yıl Sarejova’da yaşamıştım. Müslüman ülkenin kokusunu, Boşnak böreğini, Boşnak kahvesini unutmak mümkün değil, bir de Karadeniz gibi yemyeşil doğasını da unutmadım. Binlerce fotoğrafların içinde hoşuma giden baş çarşıda sebilin bulunduğu, etrafında güvercinlerin uçuştuğu fotoğraftı. Güvercinlere yem verdikçe etrafında uçuşurdu. Özgürlüğü hatırlardım. Biraz daha fotoğrafları ileri aldıkça yüzümde tebessüm belirdi. Vrelo Bosne da çekildiğim fotoğrafı görüyorum. Doğal güzelliğin tam ortasında düştüğüm tertemiz bir hava yem yeşil bir ortamda enerjimi yenilediğim park. Şelaler, akarsular, şirin köprüler, dağdan gelen yer altı suları derken çeşit çeşit ağaçlar olduğundan insanı rahatlatan huzur duygusu sarıyor. Arkadaşımla beraber mini piknik yaptığımız ortamdı. Fotoğraflara bakarken mutfağa geçip kendime yumuşak içimli filtre kahve yapıyorum. Tekrar masaya geri dönüp fotoğraflara bakmaya devam ediyorum. Milli Kütüphaneyi çekmişim. Milyonlarca kitabın yakıldığı çok zarar gören kütüphaneye buruk bir hüzünle bakıyorum.
O esnada saate bakıyorum, akşam vakti yaklaşmıştı, kalkıp düdüklüye eti koymam lazımdı. Güveç yapacağım. Yanına pilav yapacağım, zaman kaybetmeden bilgisayarımı kapatıp mutfağa geçtim. Fotoğraflar kalbimde güvercin gibi kanat çırptı. Radyoyu açtım, doksanlarla çalan şarkılarla yemeğimi yapmaya başladım.