Oransal kırılmalar yaşıyor birçoğumuzun hafıza merkezi. Geometrik şekillerle yarışan düşünce trafiğinde hep bir hesap makinesi beynimiz. Çarpanlara ayırdığımız mutluluğumuz çoğalmıyor ya da hüznü mutluluktan çıkardığımızda geriye kalan mutluluk değil, hayal kırıklığı oluyor. Huzuru tek başımıza üstlenelim derken bölüşmüyoruz en yakınlarımızla.
İç “AC(ç)ı”larımızın toplamı aynı noktada kesişmiyor mesela. Her acı başına buyruk gözyaşı döküyor. Asal sayı olmaya talip her birimiz… Aykırı doğrularımızda yalnızlığa kadeh kaldırıyor gece. Mutluluğun ölçü birimi -0 dekarken, keder ölçü biriminde çıta yükseltiyor. Sıfır hektarlık bir gönülde level atlamış yorgunluklara boş küme gibi sessizliğe çay demliyor yalnızlığımız.
Permütasyon sözcüklerin özleme paralel dili tercümansız! Etkisiz eleman gibi kurulan her cümlenin ağıtı, satırlardan silinmişliği… Sözlüğe müracaat edilmiş diller, tercümeye ayarlanmış birer yabancı lisan. Kalple aklın arasına perde gerilmiş şahsiyetlerin egoistliğe adanmışlığı erdemden sayarken, kalpten kalbe çarparak büyümesi gereken sevgiler küçüldükçe küçülüyor. Sevmelere kulak tıkayanların beklenti deryasında…
Kalbin yörüngesine oturtulmamış, yüreğinin en güzel köşesine buyur edilmemiş her bakış açısı kendi serüveninde doyumsuzluğu yaşıyor. Anlayışa olan açlığını, nazarların bıraktığı mürai gülüşlerde gideriyor gözler. Yalnızlığın tecrübesini tadan her ruh, kalabalığın çekilmez gürültüsünden soyutlamakla meşgul kendini. Yaşayan ölü olmamak adına verdiği mücadelede tutunduğu umudu panzehir sayıyor. İç sesinin uğultusundan şefkatin feryadına kulak tıkamak, merhametin kolunu kanadını kırmakla eşdeğer.
Netice itibariyle, gönül emeği verilmemiş her davranış es kaza sahtelikle mimleniyor. Kalbinin payına ayrılık düşen her eylem, harflerin nâra attığı ambiyansın merkezinde sevinç çığlıkları atıyor. Her tebessüm feyizken kalbe, özlem sofralarında hasretin ekmeğini yiyor doyumsuz bir iştahla. Ruhun azat edemediğini, yürek prangalara vuruyor sorgusuz sualsiz!
Hâsılı, macera projesi üretmeye meraklı, gıybetin mesleğini yapanlar, ayyuka çıkardıkları yalanla pazarlığa oturuyor! Rütbelerinden soyunmadan doğruya çanak tutanlar, içine attıklarının, anlatamadıklarının ağırlığı altında eziliyor. Uzun süre bu ağırlığa maruz kalınca yürekleri ruhsal çöküntü yaşıyor. Eskiler boşuna dememiş: “Akan suya anlat, suyla birlikte akıp gitsin.” Olumsuz, negatif düşüncelerin içinden çıkıyor olması, içindeki etkisini yitiriyor olsa gerek. İçini boşalttığında hafifliyor insan; içi dolu olan yeni şeyler alamıyor içine.
İçi öfke dolu olan, nefretini karşısındakinden çıkarıyor. Aslında kendi içindeki süreci başkasına da yaşatma eğilimi bir nevi. Kendi içinde mutluluğu yakalayamayanın, başkalarının mutluluğuna tahammülü de olmuyor ve onları acımasız eleştiri bombardımanına tutarak rahatlatmaya çalışıyor kendini. Karşısındakini ne kadar ezik görür, aşağılarsa kendini bir o kadar güçlü hissediyor. Aslında eleştirisi kendi eksikliği… Zehirli sözlerini filtresiz ulaştırdığı herkes onun için kurban. O yüzden eleştiriden çok, kimin eleştirisine maruz kalındığı önemli!
Bizim için önemli olmayan birinin eleştirileriyle günümüzü mahvetmek anlamsız. Üstelik net bir şekilde yargılanmıyor ve öfkeli savunmayla karşı karşıyaysak… Bizi eleştirenlerin amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Eleştirilere itiraz edip savunmaya geçmek tuzağa düşmek. Sükûnete bürünüp gülüp geçmek, bizim kötü niyetli insanlara vereceğimiz en güzel cevap. Canımızın yanmasına izin verdiğimiz eleştiri, duygu yıkımına sebep.
Kendi aklını başkalarına vasi tayin etmek isteyen için kurban aramak zor olmasa gerek. Kaldı ki aklını kiraya vermeye hazır onca kişi varken! Endişeden azat olmak gibi bir duanın sancısında olan her gönül, inşiraha gebe! Umudun cesur gömleğine niyetlenen, harın sıcaklığında yanmaktan ziyade pişmenin iftarını eder. Kaygılarımızı yenebildiğimiz bataklığa batmamızı engelleyen kanatlarımız, belki de tek kişilik kadroyu oynayan umut.
Gönül koymayan bir umudunuz varsa, ruhunuza kış gelmiyor. Acınıza gömülü kalırsanız umut tüten hisleriniz kül oluyor. Endişe insanı cesarete yönelttiğinde insan kendinden fazlası oluyor. Krize girmiş çaresizliğine bir doz umut, hücrelerde volta attığında tahliye oluyor keder, karanlığın zindanından. Çatallanan yolların kıvrımlarında fraktal duygularla yol almanın yorgunluğuna navigasyon oluyor umut.
Dere boyu akan akarsuyun denize döküldüğü yerdir ya hani, daha gürültü çıkaran ve ağaç, dallı budaklı haliyle ağaçtır hani… O bakımdan, zihnin en kıvrımlı yerleri çiçek açar ve kalbe dökülen hisler en gürültülü haliyle çağlar dilden.
Güvenlik çemberine aldığımız duygularımıza saygı sınırını ihlal söz konusu olduğunda, mutluluk rolünü oynayabilenler arasında huzura gölgesini düşürmüş samimi gönüllerin çizdiği güven portresi çizik olur! Kılık değiştirmiş sevgiler, maskeler ardında yabana atılmayacak oyunculuk sergiliyor! Metafor anlatımların cazibesine kapılmış mizaçlar, mürai bir karakter devşirirken, aksilik yaşamayacağı yolundaki yanılgılar hesap edilmeksizin hiç de tekin olmayan kalbin kasasına mutluluğunu emanet ediyor.
Bilişsel tahrifata kurban gitmiş düşleri, travma geçirmiş yadırganası bir tutumla sevgi soygununa girişiyor. Ufak tökezlemelerin dengeyi nasıl altüst ettiği gerçeği yadsınamazken, ihanet bariyerleri kuruluyor. Ruhun acı çektiğine karşın bir emare, asayişin berkemal olduğu gerçeğiyle yüzleşiyor. Tarihsel karşılığı olan hatalar, rasyonel zeminde telafisi imkânsız hâl almışken, hataların affedilir yanı kalmadığını kabul etmek yine nazende kalplere mesai kalıyor!
Ez cümle, sevginizi sığıntı gördüğünüz sultanlık tahtı olsa durmayın.