Kundaktan derme çatma, altı çatırdamış çatlaklardan ses çıkaran tahta bir beşikte, kuru habersiz bir nefesle dünyaya geldim. Gözlerim küçük çapaklı, ayaklarım pamuk beyazlığında kırışık kırışık, yumak yumak çarşafın içinde debeleniyor. Ne kadarda masummuşum o zaman, ne kadarda içtenmişim o zaman. Keşke hiç büyümeseydim keşke hiç doğmasaydım dediğim anlarda kaybolmaktan sıkıldım. Her şeyden habersiz kendimi aramaktan, kendimi bulmak için çabalamaktan yaşamayı es geçtim. Ne acı, ne acı bu hissi bu yaşamanın mutluluğunu kaçırmam. Ömrüm bir hayat gayesini aramakla geçti küçük yaşlarımın heveslerini boğazıma, kursağıma dizdim. Ellerimle beşikteki çocuğu huzurla bir tabuta kadar götürdüm.
İnsan bir gaye için yaşar mı? Ya da yaşamalı mı? Ya da öyle tekdüze bir hayat mı yaşamalı?
Ne yapmalıdır ki insan doğru, dürüst bir hayatın hakkını vermelidir. Yaşamanın hakkını hiçbir dakika veremedim her zaman hüznün ve acının azameti içerisinde yaşadım kayboldum. Bu amansız soruların içerisinde kavruldum ve savruldum. Benim bir gayem olmalı hayatta, ben boşuna doğmuş olamazdım, boşuna nefes alamazdım, bu koskoca mavi kürenin içerisinde bir ben olmalıydım. Ya da kendimi fazla kıymetlendirmekten başka bir şeye yaramaz mı bu sözler? Çok mu kendime değer veriyorum, yaşamak için acaba diye sormaktan da alamıyorum kendimi.
Ben hünerlerini bilmeyen, gayesini bilmeyen alçak duyguların içerisinde kaybolup buhran buhran, içinde kargaşalar yaşayan bir insanım. Yapabildiğim tek şey yazmak ve kalabalıkların arasında kendini kaybedebilen ezik bir biçimde yalnızlaşan biriyim, bundan kendimi alamıyorum. Benim gayem bu olabilir miydi? Benim gayem bu kadar ucuz olabilir miydi?
Duygularını kelimelere, dudaklarının arasına almadan ucuz bir şekilde kağıtlara saklamak, insanlardan uzaklaşmak, insanların içerisinde yazmak, onlardan dudaklarını duygularını saklamak ve böyle yaşamını sürdürmek ne ucuz bir gayedir. Ne ucuz bir yaşamın peşinden sürüklenmektir bu, ne ucuz bir ölümün kapısını aralamaktır bu. İnsanı insandan saklamak, kendine ihanet etmenin itiyadı ile yaşamak ne nankör bir harekettir. Ben gayemin farkındayım aslında, sadece bunun arkasından akıp gitmek, akışa mani olamamak beni üzüyor. Çünkü insan kendisine acı veren gayenin peşinden neden gider ki, neden onun bedenin de var olmasına izin verir ki? Bu bir işkenceyle yaşamaktan başka nedir ki? Her gün ölümü bekliyorum, artık düşünmekten yoruldum ve kabullendim, artık sadece bekliyorum. Çünkü bu umut dolu ve mücadele dolu dünyada bu gayeyle barınamamak bana bu mavi küreyi dar ediyor.
Ölümü bekliyorum çünkü, bu acımasız yazma gayemi tüm hislerimi sonlandıracak şeyin adı bundan ibaret. Ölümün o soğuk ve gerçekçi tadı, yazarken etimden kopardığım acı dakikaların tadını bastırmalı unutturmalı.
Benim bu ufak dünyada masum olduğum o çatırdamış kundaktan belliydi bu dünyaya dar olduğum. Sadece öylece nefes almışım, öylece kayıp gitmişim bu buzdağının üzerinde.
Ölümü bilene dek onunla tanışana dek, yalnızlık ve yazmanın gayesini nasıl bitirebileceğimi bilmeden dolanmış durmuşum. Ama artık tanıştım onunla, biliyorum onun gücünü ve bekliyorum beni bu acı gayeden kurtarsın, beni alsın bu dertten, kederden. İstemediğim bir bedende, istemediğim bir hayat gayesiyle yaşamak istemiyorum. Tek yaptığım beklemek, kendimin ve içimdeki olmayan yaşama sevincimi yok etmesini beklemek, içimdekiyle yok olmak. Var olduğum dünyaya geldiğim beşikten de öte gitmek huzurlu tabuta, toprağa dönmek, tüm yaşama sevinçlerimi gayelerimi öldürmek. Artık ölümle tanıştıktan sonra tek gayem onu beklemek sanırım… Nereden baksan bu da ucuz, hem de çok ucuz.