İsrail’in genişleyen yerleşim yerleri, adeta bir karabasan gibi Filistin topraklarını yutarken, binlerce yıllık zeytin ağaçları köklerinden sökülüp atılıyor. Bu zeytin ağaçları, sadece Filistin’in değil, insanlık tarihinin de köklerini temsil ederken, yerlerine soğuk ve duygusuz beton bloklar dikiliyor. Her bir zeytin ağacının kesilişi, bir halkın köklerinden koparılışının sembolü oluyor.
Filistinlilerin evleri, bu acımasız dönüşümün kurbanı oluyor. Bir ailenin sıcak yuvası, gece yarısı bir dozerin soğuk metal pençesiyle yerle bir ediliyor. O evlerin duvarlarında yankılanan kahkahalar, şarkılar ve dualar, enkazın altında boğuluyor. Bir annenin mutfağında pişirdiği yemeklerin kokusu, bir çocuğun odasındaki oyuncaklar, bir babanın onurlu mücadelesi; hepsi bir anlık gürültüyle tarihe karışıyor. Her bir yıkılan ev, sadece dört duvarın değil, bir ailenin umutlarının ve hayallerinin de yıkımı demek.
Tarım arazileri, Filistinlilerin geçim kaynağı ve tarih boyunca bu topraklarda yaşamış nesillerin mirasıdır. Ancak, sürekli genişleyen yerleşim yerleri bu toprakları da yutuyor. Çiftçilerin alın teriyle suladığı tarlalar, çocukların ayak izlerini bıraktığı bahçeler, ağır makinelerin altında kaybolup gidiyor. Bu toprakların kokusu, rüzgârla savrulurken, yerini betondan yayılan soğuk ve cansız bir koku alıyor.
Her yeni yerleşim, barış umuduna vurulmuş bir darbe olurken, bir ailenin daha umutlarını yerle bir ediyor. Bir baba, çocuklarına artık bir gelecek sunamayacağını düşünerek hüzünle başını öne eğiyor. Bir anne, çocuklarının güvenliği için endişeleniyor ve her gece dua ediyor. Çocuklar ise, oyun oynamak yerine yıkımın getirdiği korkuyla büyüyor.
Bu dramatik tablo, Filistinlilerin günlük yaşamını bir trajediye dönüştürüyor. Her bir yeni yerleşim, sadece fiziksel bir alanı değil, bir halkın ruhunu, tarihini ve geleceğini de işgal ediyor. Bu acı dolu hikâye, Ortadoğu’nun kadim topraklarında yankılanırken, barışın ve adaletin sesi daha da kısılıyor. Ancak bu hikâyenin sona ermesi, sadece politik bir çözümle değil, insanlığın ortak vicdanının uyanmasıyla mümkün olacak.
Gazze’nin dar sokaklarında yankılanan acı, Filistin’in yüreğine işleyen bir yara gibidir. Bu topraklarda yaşam, bombaların gölgesinde sürüyor. Her yeni gün, yeni bir kayıp, yeni bir yıkım haberiyle başlıyor. Sokaklar, evler, okullar; savaşın izlerini taşıyan harabeler, insanlık dramının sessiz tanıkları.
Gazze’de insanlar, denizin maviliğine bakarken özgürlüğü hayaliyle, ablukanın boğucu pençesinin insan ruhunda açtığı derin yaralar her nefeste kendini hatırlatıyor. Elektrik ve su kesintileri, günlük yaşamı bir kâbusa çeviriyor. Bir hastane odasında, bir annenin çaresizce çocuğuna sarılıp ağladığı anlar, bu acının en sessiz çığlıkları olarak tarihe kazınıyor.
Bu dramatik tablo, uluslararası toplumun vicdanına ağır bir yük bindiriyor.
Bir anne düşünün, gözleri yaşlı, kucağında son kez kokladığı evladının battaniyesini sıkıca tutuyor. Her damla gözyaşı, dökülmüş kanın, yitirilmiş hayallerin yankısı. Bir baba düşünün, çaresizlik içinde enkazdan çıkardığı evinin yıkıntılarına bakıyor. Bir daha asla eski neşesini bulamayacak, kaybettiği sevdiklerinin hayaletleriyle yaşamaya mahkûm.
Gazze’de çocuk olmak ne demek, hiç düşündünüz mü? Renkli balonlar, cıvıl, cıvıl oyunlar, neşeli kahkahalar değil; bombaların patladığı, gökyüzünün dumanlarla kaplandığı bir dünyada büyümek demek. Her gün hayatta kalma mücadelesi vermek, bir gecede yetişkin olmak zorunda kalmak demek.
Filistinli çocuklar, her gün okula gitmek için kontrol noktalarından geçerken, korkunun gölgesinde büyüyorlar. Onların gülüşleri, bombaların patlama sesleriyle kesiliyor; oyun alanları, savaş alanlarına dönüşüyor. Anne babalar, evlerini koruma umuduyla her gün yeniden doğan bir sabaha uyanıyor, ama o evler, gecenin bir yarısında bir roketle yerle bir olabiliyor.
Ortadoğu’nun bağrında, bir trajedi sahnesi yüzyıllardır yankılanıyor: İsrail ve Filistin arasındaki bitmek bilmeyen çatışma. Bu, kan ve gözyaşının hüküm sürdüğü, umutların ve hayallerin karanlık gölgelerde kaybolduğu bir hikâye.
Bir çocuğun gözlerinde dünyanın tüm acılarını görmek mümkün Gazze’de. Ali, daha on yaşında ama gözleri bir asır yaşamış gibi. Annesini ve babasını kaybettiği o geceden beri, bir gölge gibi dolaşıyor sokaklarda. Oyun arkadaşları artık yok, masum çocukluğundan geriye sadece savaşın izleri kalmış. Ali’nin hayatı, Filistin’in öksüz kalan çocuklarının dramının bir sembolü.
Peki ya dünya? Onların çığlıklarını duyuyor mu? Yoksa bu çığlıklar, sadece Gazze’nin dar sokaklarında mı yankılanıyor? Her gün ekranda izlediğimiz haberler, okuduğumuz yazılar, bu acıyı ne kadar yansıtabiliyor? Filistin’in yaşadığı trajediyi anlamak için kelimeler yeterli mi?
Bir düşünelim, bizler güvenli evlerimizde rahatça uyurken, Ali ve onun gibiler, korkuyla karışık bir uykuya dalıyor. Bizler çocuklarımızın geleceği için planlar yaparken, Filistinli anneler, çocuklarını koruyabilmek için dua ediyor. Bizler günlük hayatın sıradan telaşları içinde kaybolmuşken, Filistinliler hayatta kalmanın mücadelesini veriyor.
Kur’an-ı Kerim’de, yetimlere ve mazlumlara sahip çıkmak, Müslümanların en önemli görevlerinden biri olarak belirtilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), yetimlerin başını okşayanların cennette onunla birlikte olacağını müjdelemiştir. Peki, bizler bu emri ne kadar yerine getiriyoruz?
Filistinli kardeşlerimiz için ne yapıyoruz?
Dünya, Filistin’in acılarına gözlerini kapatmamalı. Her birimiz, bu insanlık dramına sessiz kalmamalı. Onların acılarını paylaşmak, yaralarını sarmak, insani bir görev olmanın ötesinde, vicdani bir borçtur. Filistin’in karanlık ufuklarında bir umut ışığı olmak, hepimizin sorumluluğudur.
Ali’nin gözlerindeki acıyı dindirmek, Gazze’nin karanlığını aydınlatmak için dua etmenin ötesinde, aktif bir şekilde yardım etmek gerekiyor. Maddi yardımlar, insani destekler, Filistin’in yaralarını bir nebze olsun sarabilir. Ama en önemlisi, onların yalnız olmadığını hissettirmek, Filistin’in sesi olmak, bu acının son bulması için çaba göstermek.
Filistin’in karanlık ufuklarında bir umut ışığı olmak, hepimizin insanlık borcudur. Ali ve onun gibi masum çocukların gözlerinde yeniden umut görmek, dünyanın en büyük sevabı olacaktır.
Çünkü her çocuk, barış içinde, sevgiyle büyümeyi hak eder.
Her insan, güvenle yaşayabileceği bir yurdu hak eder.
Filistin, bu hakkı savunmanın sembolüdür.
Ve bizler, bu sembolün yanında durmalıyız.
Sevgi, saygı, dostlukla…
Ağzınıza sağlık kaleminize sağlık
Böyle bir acının tarifine kelimeler yetmeyebilir ama kelimelerle teselli bulabiliriz belki..
Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş.
Emrullah bey elinize sağlık durumu o kadar net izah etmişsiniz ki .
Insallah bu soy kırım son bulur
Böyle bir acının tarifine kelimeler yetmeyebilir ama kelimelerle teselli bulabiliriz belki…
Her satır her mısra oradaki insanların acısını hissetmemize yardımcı oldu mükemmel bir yazı duygularınız çok hassas ve güzel Gazzedeki aliler için birgün bir selahaddin çıkacaktır inşallah.