Hayallere Karışan Telveler
Yazıda geçen tüm kişi, olay ve duygular tamamen hayal ürünüdür. Gerçek sanıp da aşka kapılmayalım!
Başlarken;
Aşk dediğin, cümlelerde kalmış paslı mürekkep; yürek kabristanında uyanmamak üzere öylece yatan…
Girizgah;
Tahayyül perdesinde kalan bir düş;
Dudak kıyısına iliştirilmiş o tatlı gülüş.
Ve ertesinde ben bir hayal oldum.
Bundan sonra anlatacaklarımsa hep masal.
Sebeb-i yazışımız malûm;
“Hiç beklemeyin, ısrar da etmeyin; başlığı “Yine Bir Keresinde” olan bir yazı kaleme almadım bu aralar hiç! Aldıysam da bir ederi yokmuş artık. Yani önümüzdeki ay da yok öyle bir yazı. Bir daha olmayacak da zaten. O aşkın nasıl başladığını hiç bilmeyeceksiniz. İlk zamanlarındayken “sen beni yanlış anlamışsın” cümlesine muhatap olmaktan nasıl tırstığımı anlatmayacağım hiç. Zaten yaşanmış şeyler değil onlar. Gördüğüm bir rüyayı gerçek sanmışım sadece. Sonraları belki de mantar toplama maceralarımı okumak zorunda kalırsınız. Belki de uzak geçmişin güzel anılarını getiririm size. Ama beni de anlayın lütfen, ne gelirdi ki başka elden?” Ben bir Mazi adamım; yârin zihninden uçmuş, minicik kalbinde pas tutmuş. Öyle unutulmuş. Ve bilseniz, daha neler neler olmuş.
Neyse; (kalben hiçbir şeye neyse diyemesem de dil mecbura kalmış!)
Kahvelerin geç geldiği hayal bir gün yaptım.
İçine hayalden güzel bir sevgili kattım.
Hayal sevişlerin kiriyim artık, tıpkı dün olduğu gibi.
Elimi koyduğum yerde atmayacak bir daha sevgilimin o minik kalbi.
Başlasın şimdi masal eskiden olduğu gibi.
Geri geldi bak yazarın eskimiş kalemi.
İsterseniz okumayın tabii, artık gerçek olmayacak asla yazdıklarım!
Dayanamaz da yazarsam ama siz uyarın yine de beni.
İşte o geç gelen kahveler;
(Bir ara sobanın da geç yanacağı söyleniyor (bunu söyleyebiliriz). Gecikmeli bir aşkın gecikmelerinden hep bunlar!)
Sarı ela bir buluşmaydı sadece, sadece olan ve araya biraz da sevgi karışan.
Kavuşma değildi mesela, buluşmaydı işte.
Kavuşmanın karlı bir kış gününe ertelendiği bilinmiyordu henüz; bilinmeyen birçok şey gibi aslında. (Günün karlı oluşu, unutulmayan gerçek bir günden kalan tek şey mi olsa gerek sanki! Hayır, bundan sonra gerçekler de bir hayal.)
Kahveler geç geldi, çay da güzeldi.
İleriki bir zamanda, yani o sihirli günde; sobanın yanması da gecikecekti biraz.
O da yerinde bir gecikme olacaktı, başka türlü bir ısınmayı gerekli kılan!
Bahanesi vardı bir şeylerin yeterince olmasa da.
Ama bahanesiz bir duyguyla “rüya mıydı” diyecekti giderken.
Gitmeden biraz önce elleri titreyecekti.
Ben son bir öpüş bıraktıktan sonra hemen üzerine.
Acayip acayipleşmeler tadıldı sadece ikimiz arasında.
Ama neyse, dönelim biz yine o ilk günümüze.
Yukarıda çınar yaprakları oynaşıyordu lodos esintilerinde.
Oynaşan sadece onlardı, ela ve yeşil gözlerin gizli bir oynaşı dışında.
Bir de sarılmıştık ömürde ilk defa ama öyle usulden bir çekingenlikle.
Bilmiyordum daha sonraları nasılca sarılacağımızı, sarılışlarımızın bir mucize olacağını.
Yağmur yağdı yağacak kadardı işte.
Aşkın bereketine hazırdı bütün her şey.
Vakit dardı ama güzeldi nihayetinde.
Ve nihayetinde aylardan eylüldü.
“Bu da mı hayal şimdi sevgili yazar?”
“Eylül olması aşkın tabiatından sadece. Bölmeyelim lütfen!”
Evet eylüldü, başka ne olacaktı ki zaten!
Bakışları uzak yerlere dokunurken ürkek hislere kürek sallıyordu belki.
Tadında dokunuşları vardı ve hâlâ buğulu gibiydi.
Aslında öyleydi itirafımca.
Zannımca değil; enikonu öyleydi işte.
O buğuda şuurumu kaybetmeyeli tam yirmi üç yıl geçmişti!
Yine o kışlı günde ya da karlı geçecek kış gününde bakışındaki buğuya başka türlü lezzetler de katacaktı ellerim dokunurken tenine.
Tuhaftı ama çok güzeldi, sanki doksan yedinin ertesiydi ama belki de bir öncesiydi; onu ilk kez görüp tanıdığım.
Hani şu sahilde gördüğüm an ve mehtap sevişirken tuzlu sularla.
Adını, “yeşil elbiseli sahil perisi” koyup roman satırlarına gizlediğim yaşanmış gerçek bir sahnede!
Gizledim hep, “sırrım” deyip savaş dolu ufak tefek sevişmelerimizi!
Hep ufak tefek seviştik zaten çekingen ve mesafeli.
Ve bir de şaşkın bakışmalı.
Ama o kadar yakın, o kadar bütündük şu doksan yedi hissinde.
Fazlasıydı bir şeylerin fazlası olabildiğince.
Öyle kendi hâlince…
Fakat o çok fazlaydı güzellik konusunda.
“Canım kendim” diye severdi kendini, kendi kendince.
Kendi kendince “canım kendim” diye severdi kendini.
Ama niyeyse bana “sıpa” derdi sıklıkla.
Başka şeyler dediği de oldu, yiyemem hakkını.
Ama söyleyemem de şimdi size ne zaman neler dediğini.
Ben ona baş belası dedikçe, kendisinin bir kalp belası olduğunu söylerdi.
Sonra “sabah, aşkım deme; döverim!” diye eklerdi.
Tamam, bunu sadece bir defa söyledi.
Ama çok defa… (Neyse, nabza giren konulara biz girmeyelim)
Ama ben daha küçükken bir olta kancası gibi saplanmıştı kalbime.
Çıkaramıyordum bir türlü battığı yerden.
Yani fazlasıydı işte bir şeylerin fazlası olabildiğince.
Sanki, büyümenin çokça rahatlığı vardı bir de.
Ne güzel büyümüşlerdi hem ikisi de!
Hani etrafta kimseler olamasa ya bir ağaca tırmanacaklar ya da yalınayak koşacaklardı çimlerde.
İşte o kadar büyümüşlerdi!
Bir iş kadınıydı öyle çocuksu kalmış.
Genç bir kızken kestane rengiydi ama saçları.
Sonrakiler de yakışmıştı doğrusu ya.
Gözleriyse hep aynı kalmıştı;
Buğulu ve ela bakıyordu yine.
Ama yine de doksan yedinin ertesiydi.
Öyle güzeldi zaman; çok güzeldi.
Ama bir hayli aceleciydi nedense.
Hiçbir şey yaşanmamış kadardı sanki!
Sararan çınar yaprakları o gün tekrar tazelendi.
Bizim şehrimizde eylülün son demleriydi.
Birlikte okuduğumuz okulun yakınında bir yerdeydi.
Kaderdi.
Ama keder değildi.
Güzeldi.
İkisi de o gün acayip güzeldi.
Ve çok özeldi.
Ve rastlantıydı sadece; sarılırken beline, parmak ucum değdiğinde benine, içinin titremesi o an rastlantıydı sadece. Çam kokulu bir rüzgar esti kalbimde. Bir kuş öttü. “Ben burada yaşarım ki” dedi. (Hayır, hiç demedi bi kere!) Ve o gözleri, içtiğimiz kahveler gibi baktı. Kokusu ciğerimi yaktı.
En son, gözlerimden iki damla hatıra aktı.
Gözden damlayan hatıra tek başına bir konu başlığı olabilir kalitede yazılarınız başarılarınız daim olsun sizin gibi değerli yazarları ekranlarda görmekde okurları ziyadesiyle memnun eder
Teşekkür ederim. Okurların teveccühü benim için yeterli. Gözden hatıra akıtmak, yaşanmışlıklar değerliyse pek mümkün.