Bir şey söylemek istediğin için yazmazsın, söyleyecek bir şeyin olduğu için yazarsın. Bir keşfetme sürecidir yazmak ve içinde saklı kalan en mahrem duygularını dışa vurduğun tek zaman dilimi kalemi kağıtla buluşturduğun andır. Tüm yazarlar böyle midir, bilinmez ama Selim eline kalemini aldığında, yazdığında hiç kimsenin görmediği gizli tarafları sözcüklerle vücut bulur ve okuyan herkes apayrı bir tarafını görür Selim’in. Fakat son zamanlarda bir durgunluk vardı Selim’de. Kendi içinde çokça cümleler kursa da kimsenin duymadığı bu ifadeler kendi iç dünyasında sadece kendisinin duyacağı kadar yankı yapıp iç dünyasının sert duvarlarına çarpa çarpa yok olduğu feri kaçmış gözlerinden fark ediliyordu. Günlerce uyumadığı, ölmeyecek kadar yemek yediği yürüyüşünden, oturmasından, kalkmasından, hareketlerindeki sakinlikten, kıyafetlerindeki özensizlikten belli oluyordu. Tek derdi yazamamaktı. Yine bir gün gecenin zifiri karanlığına inat bembeyaz bürünmüş İstanbul sokaklarına kendini attı. Saate bakmayı bile düşünmedi. Oturduğu masadan elindeki kalemi fırlatarak gecenin üçünde karla kaplı sokaklarda buldu kendini. Üzerine aldığı monta sımsıkı sarılarak gecenin ayazından korunmaya çalıştı. Her nefes alıp verdiğinde içindeki mücadeleden yenik düşmüşçesine omuzları başının arasına daha da gömülüyor, yok oluyordu sanki. Yürüdü, hiçbir şeyi görmeden, hiçbir şeyi duymadan yürüdü. Bilmediği sokaklara girdi, tanımadığı insanlar yüzüne baktı, aç sokak köpekleri yanından geçti. Hiçbirini fark etmedi. Hayatını yazmak üzere yaşamış ve kendini yazdıklarında var etmiş biri olan Selim için ölüm böyle bir şeydi. İlk defa kendini bu kadar tükenmiş ve cümlelerinin sonu gelmiş gibi hissediyordu. Kaç saat yürüdü , nerelerden geçti hiç bilmiyordu Selim. Bir ara bembeyaz kara yansıyan bir ışığı fark etti. Başını kaldırdı ve gecenin karanlığına inat ışığı yanan yerin bir sahaf olduğunu gördü. Hızla içeri girdi. Yıllardır içine çekmekten bıkmadığı kitap kokusunu duydu. İçini bu korkuyla doldurdu. Başını çevirdiği her yerde kitap vardı. Bazılarını eline alıp sayfalarını çevirdi, dikkatini çeken cümleleri okudu, her cümlede içine işleyen ferahlığı hissetti. Sonra en üst rafta çok eski olduğu belli olan bir kitap gördü. Üzerinde, “GİZEMLİ EL YAZMALARI” yazıyordu. Kahverengi ciltli, kutsal kitabı andıran bu kitabı almak istedi. “Kimse yok mu?” diye seslendi Selim. Önce cevap gelmedi, uyumuş olabileceğini düşünüp biraz daha güçlü bir ses tonuyla tekrar seslendi. Masanın arkasındaki kapıdan yaşı yetmişe dayanmış bir amca çıktı. “Ben bunu almak istiyorum.” dedi Selim. Cebinden çıkardığı parayı masaya koyup hızla sahaftan ayrıldı. Sokağa çıkınca nerede olduğunu anlamak için çevresine baktı ama hiçbir şey ona tanıdık gelmedi. Geldiği yönün tersine giderse eve varacağını düşünüpelindeki kitabı montunun içine sokarak hızla yürüdü. Yürüdükçe farklı sokaklara girdi. Farklı sokaklarda farklı evler gördü. Bu evlerin dışında yatan evsiz insanları fark etti. Aç sokak köpeklerinin yanından geçti. Yürüdükçe yürüdü. Hem soğuktan hem de yorgunluktan artık yürüyecek hali kalmamıştı. Bembeyaza kesilmiş İstanbul sokaklarında kaybolmuştu. Sonra yine bir ışık gördü. Gecenin bu saatinde yanan bu ışık bir kahvehaneydi. Isınmak için içeri girdi. Tüm masaların dolu olmasına şaşırdı. Cama yakın tek boş masaya oturdu ve bir çay istedi. Montunun içinden çıkardığı “GİZEMLİ EL YAZMALARI” kitabını masaya koydu. Kitabın sayfalarını çevirirken içinde bir not buldu. Sararmış bu kağıtta “Bu el yazmaları sana büyük bir sırrı açıklayacak.” yazıyordu.
Selim bu notun kendisi için yazılmış olabileceğine inandı. Başka notlar bulabilir miyim diye kitabın sayfalarını hızla çevirdi. Çevirdikçe bazı sayfalarda altı çizili cümleler gördü. Cebinden hiç ayırmadığı not defterini ve mavi mürekkepli kalemini çıkarıp cümleleri sırayla yazmaya başladı. Kahvehanedeki çalışan adam, dumanı üzerinde bir çay getirdi. “Başka isteğin var mı abi?” dedi ama duymadı Selim. Okumaya, okuduklarını yazmaya devam etti. Yazdıkça ısındı, yazdıkça nefes aldı ve içinde tarif edilmez bir mutluluk hissetti. Her cümlede kendisine bir mesaj olduğunu düşündü, içindeki sırları çözmeye çalıştı. Her cümlenin hayatının bir aşamasını ifade ettiğini hissetti. İçinden çıkamayıp halı altına süpürdüğü problemlerinin çözümünü buldu. Kendini suçladığı bazı olaylarda aslında hiç de suçu olmadığını gördü. Hayatına giren birçok insanın ona nasıl zarar vermiş olduğunu fark etti. Sanki yüreğindeki yaradan irin akıyordu da aktıkça iyileşiyordu.
Selim bu kitabın kendisi için yazıldığına artık emindi. Ama bunu kim yazmıştı. İçindeki merak dışarıdaki soğuktan daha çok titretiyordu içini. Çayını içti, yanına cebinden çıkardığı bozuk paraları koydu. Hızla sahafa doğru yürüdü. Karlara bata çıka ilerledi. Bilmediği sokaklardan geçti, tanımadığı insanlar gördü. Ayaklarını hissetmiyordu artık. Ama bu kitabın kime ait olduğu mutlaka bulması gerektiğini biliyordu. Biraz dinlenmek istedi Selim. Yolun karşısındaki banka oturtu. Bu arada sahafın nerede olduğunu bulmaya çalışacaktı. Kitabı montunun içine soktu. Üşümemek için kollarını birbirine doladı, gözlerini bir süreliğine kapadı. Evden çıktığı andan itibaren yaşadıklarını düşündü. Sahafa nasıl varmış olabileceğini anlamaya çalıştı. Hava soğuk, sokaklar ise bembeyazdı. Başını montunun içine sokup nefesinde ısınmaya çalıştı. Belki birkaç saniye belki de birkaç saat o bankta oturdu. Sonra bir anda gözlerini açtı. Birbirine bağladığı kollarını açıp montun içine sakladığı, “GİZEMLİ EL YAZMALARI” kitabını çıkarmak istedi fakat kitap yoktu. Dehşet içinde etrafına baktı, yerleri aradı. Kitap yoktu. Cebindeki not defterine baktı. En son evde yazdığı notlar vardı. Sonra başını kaldırıp çevresine baktı. Tam karşısında üç katlı apartmanın ikinci katında ışığı yanan evi gördü. Kendi eviydi. Ve saat üç buçuktu. Koşar adım evine gitti Selim. Çalışma masasının başına geçti. Mavi mürekkepli kalemini çıkardı. Artık ne yazacağını biliyordu.
“Bir kış günü, karla kaplı İstanbul sokaklarında dolaşan genç bir adam vardı.”
Bu adamın kendisi olduğunu bir tek Selim biliyordu.
Çok güzel emeğinize sağlık
Yine mükemmel bir dokunuş yapmışsınız canım hocam