Geçmiş

Aysel Gedik 483 Görüntüleme Yorum ekle
12 Dak. Okuma

Göz kapaklarını açtığında her tarafı sızıdan perişan haldeydi. Kolları, bacakları… Sızının ve ağrının beraberinde getirdiği o bitkinlik üzerine çullanmıştı. Sızının geçmesini beklerken de küçük ela gözleri ile ‘ben neredeyim?’ havası içinde kendini sorguluyordu.

Uzun bir aradan sonra ağrının şiddeti nihayet birazda olsa dinmişti. Bunu fırsat bilip tüm gücünün bedeninde toplanmasının ardından ayağa kalmaya çalıştı. İki elini sert ve soğuk betona koyarak kollarından destek alıp biraz olsun kalktı. Ve ardından bacaklarının da yardımı ile ayakta dimdik durabildi. Etrafı bir sürü yabancı insan ile dolup taşmıştı. Artık herkes üstü başı yırtık, elleri ayakları kan içinde olan bu genç kıza bakıyordu. Bazısı telefonla konuşmaya devam ederken, bazısı da ona bir parça yardım etmek için çabalıyordu. Ama o ise hala olayı anlamış değildi. Hava kapalı, rüzgar sert sert esiyordu. Bu atmosfer olaya daha da bi ağırlık katıyordu. İnsanlara karşı bir şey söylemeye çalışmak istese de boğazında bi düğüm oluşmuş, yutkundukça daha da can yakıcı bir hal almaya başlamıştı.

Bir anda bayıltılmadan önceki o anı hatırladı. Yarı aydınlık odada bir masa, bir sandalye ve adamlar vardı. Adamlardan iri ve yüzünde yara izi olanı, genç kızın kulağına eğilip bir şeyler söylemişti. Fakat bu yabancı kelimelerden oluşan bir cümleydi. Kız ise cevap vermeden direk gözleri ile iri adama, ‘Dediklerinizden hiç bir şey anlamadım.’ bakışı atarak cevap verdi. Adam bu bakışı fark edince yüzündeki yara izi daha da derinleşmiş ve onu olduğundan daha da yaşlı göstermişti. Artık adam kıza acıyan gözler ile bakıyordu. Çünkü kız artık yorgunluktan yere düşmek üzere idi. Kız, adamın bu bakışını fark edip çaresizce onu izledi. Adam daha kızın ağzını açmasına fırsat bile vermeden ona okkalı bir tokat atmıştı bile. Tokadın etkisi ile kız duvarın tam köşesine düşmüştü. Bu yaşananlar gözlerinin önünden gelip geçmişti.

İnsanlar artık bir kalabalık oluşturmuş, kimi kızı çekiştirerek nasıl olduğunu soruyor, kimi ambulansı aramak ile meşguldü. Şakağından yanağına doğru inen o sıcaklığı fark ederek ellerini yanağına götürdü. Ve elinde akmakta olan sıcakkan vardı. Şimdi insanlar onun için daha çok endişeleniyor ama o ise hiç bir şey yapmıyordu. Bir an önce bulunduğu bu kalabalık ve yabancı ortamdan kaçıp kurtulmak isterken nihayet imdadına ambulans yetişmişti.

Herkes ambulansın kapısını açmaya çalışıyor, görevlilerin işlerine engel oluyordu. Ama genç kızın artık ayakta bekleyecek hali kalmamıştı. Yaklaşık on dakika sonra genç kız sedyeye yatırılmış, ambulansa taşınıyordu. Artık sesler ve görüntüler ona çok bulanık geliyordu. Kendini kaybetmeden önce ambulans görevlilerinin şu sözleri kulağında çınlıyordu, ‘Yaralı için acil 0RH (+) kana ihtiyaç var.’

Uzun bir aradan sonra gözlerini açtığında hastaneye gelmişti bile. Karşısında beyaz saçlı, yüzü çizgilerle dolu, sürekli bir şeyler söyleyen kısa saçlı, ağır makyajlı bir hemşire göründü. Yanında da ona benzer bir doktor, genç kızın uyandığını görünce adeta -‘kızım sana ne oldu ?’ diye sevecen bakışlarla ona yaklaştı. Ama zaten kız da kendisine ne olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden doktora bakarak, ‘‘Ben kendime geldiğimde bu haldeydim. Bana ne olduğu konusunda hiçbir fikrim yok’’ diyerek yanıt verdi. Doktor, hemşireye kısık sesle bir şeyler fısıldayıp odadan ayrıldı. Hemşire de genç kıza ait raporlara tekrar göz attıktan sonra odadan çıkıp gitti. O ise şimdi kocaman odada yalnız kalmıştı. Tekrar aynı sorular başının etini yemeye devam ediyordu. ‘Acaba ben o hale nasıl geldim’ diyerek tekrar tekrar kendini sorgulamaya başladı. Biraz rahatlamak için ayağa kalkıp pencereye doğru küçük adımlar atarak pencereyi açtı. Dışarısı soğuktu ve rüzgar ağaçların yapraklarını sağa sola uçuruyordu. Çevrede birçok insan dolaşıyordu. Kimisi ellerinde torba ile evine ulaşma derdinde, kimisi ise en ünlü cafede sıcak kahvesini yudumluyordu. Fakat o anda bi kişi dikkatini çekmişti. Uzun boylu, siyah uzun ceketi ve beyaz teni ile hoş bir uyum yaratan siyah gözlüklü adam, genç kıza itina ile bakıyordu. Siyah ceketli adam, kızı daha iyi görebilmek için gözlüklerini çıkarttı. Yeşil ve büyük gözleri ile onu incelemeye başladı. Genç kız bu adamı bir yerde gördüğünden emindi. Ama nerede? Tekrar bayılmadan önceki dakikalara doğru bir yolculuk yaptı. Ve o adamın kim olduğunu bulmuştu.

O adam, kendisine tokat atan adamın yanındaki, ona donuk gözler ile bakan bu adamdı. Az önce adamın olduğu yere baktığında kendisinin orada olmadığını gördü. Bir anda telaşa kapılıp ‘acaba beni öldürmek için bu tarafa doğru mu geliyor?’ gibi daha birçok düşünce beynini kemirmekteydi. Acele ile üstünü değiştirip odadan çıktı. Koridorda ışıklar yanmıyor sadece jeneratörden gelen yetersiz ışık loş odanın aydınlanmasını biraz olsun yardımcı oluyordu. Bazı odaların ilerisinde çığlıklar, küçük bebeğin ağlama sesi, insanların feryatları koridorun derin sessizliğini bozuyordu.

Nihayet hastaneden dışarı çıkmıştı. Hemen boş bi taksi bulup atladı. Ama çok önemli bir şey vardı. Nereye gideceğini bilmiyordu. Çünkü burası daha önce hiç görmediği bir yerdi. Artık bir karar vermeliydi. Ya kaçıp gidecekti ya da o adamın eline düşüp işkenceler görecek belki de ölecekti. Ama tabi ki de o gitmeyi tercih etti. Yön tabelalarına bakıp nereye gideceği konusunda karar vermişti. Uzun ve yorucu yolda ilerlerken montunun cebindeki küçük telefonu titreşimde ‘bu da kim?’ diyerek telefonun açma tuşuna bastı. Ve karşı taraftan bir kadın ağlamaktan incelmiş bir ses ile hiç aralıksız hızlı hızlı konuşuyordu. ‘‘Alo kızım, iyi misin, neredesin, ne yapıyorsun?’’ cümlelerini ardı ardına sıraladı. Genç kız, bu kadının kim olabileceğini karmaşık zihninden geçirmeye başladı. Ama zihninden geriye kalan sadece bayılmadan önceki yaşadıkları idi. Düşünüyor düşünüyor bir türlü bulamıyordu. Sanki elinde bulunan cd’nin ortası silinmiş gibiydi bu durum. Bunları düşünmesi çok uzun zaman almış olacak ki karşı tarafta ki  ince sesi ile ‘‘ne oldu sana, neden bana cevap vermiyorsun?’’ diye ısrar ediyordu. Kız, o kadar sıkıntı, dert varken şimdi birde bu kadının kim olduğunu o silinmiş aptal beynini kurcalayarak zaman öldürmemek için: ‘‘hanımefendi siz kimsiniz?’’ diyerek bu tüm soruların önünü kesmişti. Kadın, sert ve hiç beklemediği bu soru karşısında biraz şaşırmış, fakat yine aynı ses tonu ile: ‘‘Ben senin annenim, beni nasıl tanımazsın kızım?’’ diyerek kızın daha da üzülmesine sebep olmuştu. Demek bu kadın annem. Ama bundan nasıl emin olabilirim? Sorular, sorular, sorular. Bu sözleri söylerken bir anda içinden telefonu kapatmak, eğer yine arar ise açmamak geçmişti. Ama bu sefer böyle yapmayacaktı, bir kedi yavrusu gibi kaçıp gitmek yerine ne olursa olsun savaşacaktı. Bu kadın ile ne konuşabilirdi ki. Ayrıca iki dakikada kendisine ‘Ben senin annenim’ cümlesini söyleyen herkese de inanmak büyük aptallık olurdu herhalde. Kadına: ‘‘Ben sizi tanımıyorum ama?’’ cümlesini sarf edip biraz kadını test edip belki de bu kadının gerçekten de annesi olup olmadığını hatırlayabilirdi. Kadın heyecanlı bir ses tonu ile ‘‘Baban da saatlerdir seni arıyor, çok perişan’’ cümlesini kullanarak kızın ikinci bir şoku yaşamasına vesile oldu. – ‘Hatırlayamadım, sizi’ dedi mahcup bir ses tonuyla. Kulaklarında çınlayan son dakikalardan hatırladığı ‘Babaaaa!’ sesini de dindirmeye çalışarak çelişkiye düşmemesi elde değildi. Ya o adam, kendisine ilk önce bir şeyler fısıldayıp sonra da büyük elleriyle tokat atan  adam mıydı? Kadın, derin bir iç çekerek boğazındaki ince sesi yatıştırmak adına yutkunup söyleyeceği kelimelere başlamıştı. O sırada kız, ‘‘şey, özür dilerim ama adamı yani babamı tarif edebilir misiniz? Çok üzgüm bazı şeyleri hatta sizleri hatırlayamıyorum.’’

Kadın derin bir iç çekerek ve şaşkınlıkla:

‘‘Baban, biraz büyükçe, iri yarı, yüzünde uzun ve derin bir yara izi bulunan bir adamdı.’’ Kadın anlattıkça kulaklarını elleri ile kapattı, anlattığı şeyleri unutmak istercesine… Kız, tahmin ettiği şeyin olmaması için kısa da olsa Allah’a dua etti. Evet, tahmin ettiği kişi ile kadının anlattığı özellikler birebir uyuyordu. Ama bu onun kızı olduğu anlamına gelmiyordu. Peki ya bakışı, konuşması, tavırları nasıldı? Tabi ki bunlar da onun babası olup olmadığını kanıtlayabilirdi. Kadına hemen:

‘‘Peki ya bahsettiğin bu adamın bakışları, hali, tavrı nasıldı?’’ diyerek sorusunun cevabını alacağı için çok ümitli ve heyecanlıydı. Kadın ciddi bir sesle:

‘‘Baban senin davranışlarından ve bakışlarından ne anlatmak istediğini anlayan, bazen de kontrolsüz derecede çok sinirli bir adamdı’’ diyerek kocasının nasıl bir karakteristik yapıya sahip olduğunu anlatmıştı. Bu cümle karşısında kız sadece ‘‘Aman Allah’ım!’’ diyebilmişti. Bunu sesli söylemiş olacak ki kadın:

‘‘Ne oldu? Babana bir şey mi oldu yoksa?’’ diyerek bir an paniğe kapıldı. Kız kadını sakinleştirmek için ona:

‘‘Hiç bir şey olmadı. Sadece anlattıkların karşısında biraz irkildim de’’ deyip onu susturdu. Kadın, ‘‘endişelenmene gerek yok baban her zaman böyleydi o hiçbir şeyi önemsemez sadece o zararlı haplar için yaşıyor’’ dedi. ‘Olamaz, birde hap mı kullanıyor?’ dedi içinden. Bunları düşünürken büyük yeşil ela gözlerinden küçük bir damla tüm bu olanlara rağmen kızın güzel yanaklarından çenesine akmıştı. Kız, hiç düşünmeden telefonu kadının yüzüne kapatmıştı.

Artık sakin bir kafa ile düşünme zamanı gelmişti. Peki ya o adam neden kıza tokat atmıştı? Ama neden böyle olmuştu? Belki de o adam öz babası değil, üvey babasıydı. Zaten hiçbir şeyi düşünmeyen, tek düşündüğü şey o kullandığı haplar olan bi adamdan da bu umursamazlık beklenirdi. Üvey babası olduğu fikri artık ona daha yakın geliyordu. Bu olayı tek başına çözmeye çalışmak ne kadar da zor ve yıpratıcıydı. Bu durumda olan birisi olsa daha ilk duydukları karşısında yere yığılır kalırdı. Belki de öz ve öz babası tarafından o soğuk odada yediği okkalı tokat ona hayatta kaçmayı değil de savaşmayı öğretmişti.

Yanaklarındaki o sıcaklık bu karmaşık nedenlerden onu uyandırmıştı. Sıcaklığın nereden geldiğini anlamak için olduğu yerde doğruldu ve annesinin ona gülümseyerek sevecen bakışlarını gördü. İçinden ‘‘offf tüm bunlar rüya mıydı şimdi, ne kadar uzundu? Peki ya yıllardır anne ve baba dediğim bu insanlar üzerinde bu kadar şüphelenirken bu rüyayı görmem tesadüf mü?’’ diyebilmişti sadece. Çünkü artık okula gitmesi gerekiyordu. Nasıl olsa bunlar araştırılmaya devam edilecekti onun okuldaki arkadaşlarına ve derslerine zaman ayırması gerekiyordu, bu olay ile ilgilenen bir sürü kişi vardı.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Aysel Gedik
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version