Aynı anda milyonlarca fotoğraf ve video paylaşılıyor sosyal medyada. Yeni ortak bir dil oluşmuş gibi, “Bugün 10.000 adımla hedefime ulaştım.” şovları, spor kıyafetlerine ‘temiz havadayım’, ‘diyetteyim’, ‘doğadayım’ etiketleri yapışık bir halde kesintisiz yaşam görüntüsü verenlerin sponsorlu reklamları. Dikkatinizi çekerim, her ne kadar sağlıklı yaşama başlığı altında paylaşılsa da bu tür faaliyetler, aslen beğenilme hissinin verdiği hazla karışık, alem duysun diye yapılan uğraşlardır. Hadi tüm bunları görmezden geldik ve tıklaya tıklaya geçtik. Ya diğerleri; gerçek alemde yaşananlar? Mesela, gruplar halinde toplaşıp parkuru salyangoz misali tamamlayanlar, onları da homurdanarak mı geçelim? Yok artık demeden, yürüyüş yoluna bırakılmış pek bi parlak pek bi renkli muhabbet izlerini hatırlatayım… Evet kabul, yürüyüşler illa ki tek kişilik olmak zorunda değil. Ancak gruplar halindeki yürüyüşçülerin, cümle kurma hevesleri, takdire şayan oranda adım atma gayretlerinden fazla olunca gıybetsiz hava sahası ihtiyacı doğabiliyor diğerlerine. Hadi yalnız yürüyenler müsaadenizle deyip geçti, ya koşmaya çalışanlar.
Birilerinin eşlik ettiği yürüyüşler, sosyallik açısından bir fırsat olarak değerlendirilir. Bence de öyle, ama sağımdan ya da solumdan, “Galerimde biriksin, elbet bir gün bir yerde paylaşırım.” fikriyle ağaç altlarına zıplayan, kadraja değer gördüğü her yerde rolden role girip yanındakilere de telefon çekme mecburiyeti bırakanlar geçince, şaşırmakla kalmayıp sıklıkla bunalıyorum. İşte tüm bu olasılıkların rast geldiği yürüyüşlerde, farklı bir lisanı kullanmışım da anlaşılmayacakmışım hissine kapılsam da, “Gerek yok, yürümeyin (!)” cümlesi çıkıveriyor kalemimden. Benim gibi yalnız yürümeyi yeğleyen birine bu kadarı fazla geliyor.
Elbette sakladığımız fotoğraflar olsun bir köşede, dakika başına ortalama yüz poz abartıları ile dozunu kaçırmadan. Nitekim yürüyüş bir araç olmasın; az evvel bahsettiğim ritüel haline getirilen havalı (!) eylemlere ulaşmayı sağlayacak. Sağlıklı ve zinde bir bedene sahip olmayı amaç edinip günlük rutinlerin bir parçası haline gelsin yürüyüş. Bir de kendi iç sesimizi dinlediğimiz, bakmak değil görmenin hazzını deneyimlediğimiz ve kalbimizi okşaya okşaya ruhumuzu beslediğimiz eşsiz bir aktivite haline getirebilirsek değmeyin keyfimize. Bize ait ve bize özgün kılarız o vakit yürüyüşleri. Kaç havalı adım attığımızın önemi kalmaz, bilakis hayattan kaç adım koptuğumuzun kıymeti kalır. Onu bize ait ve bize özgün kılan da bu kopuştur zaten. Kopuştan kastım nedir? Kaprisler, kızgınlıklar, öfkeler, yorgunluklar, çaresizlikler ve buna benzer şeylerin bizi sürekli yoran, yıpratan ve enerjimizi aşağıya çeken cızırtılı seslerinden uzaklaşabilmektir; kopuş. Kafayı boşalttım, demenin bir başka hâlidir. Bana öyle geliyor ki; bunu başarmak pek kolay değil. İlk adımlarda kafamızda uçuşan tüm bu çetrefilli duygularla cebelleşiriz. Ta ki onlar aralarında ateşkes imzalayana kadar. Uykuya çekilmeleriyle birlikte dinginliğe geçiş süreci başlar. Ancak o zaman görmeye başlarız, karanlığın içinden bize el uzatan karıncaların ışıldayan gözlerini. Çok geçmeden dallarda cıvıldayan ve cilveleşen kuşları da… Rastladığımız karıncalara selam vermeyi ihmal etmeden, “Kaç kuşak eskittin koca çınar?” diye söze girip, “Dallarını kırıp incitmişler seni.” diyerek devam ederiz hâlini, hatrını sormaya karaçamların. Belki birkaç yürüyüş sonrasında onlar da bizimle muhabbet ederler, kim bilir? Arada bir omuz kaslarımız açılıp rahatlasın diye kas hareketleri de yaparız. El âlem ne der gibi düşünceler zerre umurumuzda olmadan. Toprağın dinginliğine ortak olan ayak seslerimizi işittikçe, bedenimizin ağrıyan noktaları sessizleşir. Hayatla olan bağımızı kısa süreliğine de olsa adım adım kopararak, bize özgün kılarız yürüyüşlerimizi. Bazen kıymetli bir fikir ya da proje de doğabilir, beynimiz ve kaslarımız bayram ederken.
“Ah kimin vakti var ki, böyle yürümeye!” diye sorabilirsiniz. Hani derler ya; “Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.” Plansız, tamamen doğaçlama bir ruh haliyle yolun ihtişamına kapılmak kolay değildir. Beyinlerinin ön lobundaki hücrelere dedektör kurulmuş gibi sürekli plan kurma sinyali ile karşı karşıya olanlar için özellikle. Çünkü henüz yürüyüşün ikinci parkurunu tamamlamadan, acaba akşam hangi restorana gitsem diye kafalarında türlü planlar kurmaktadırlar. İşitmezsiniz ama gizli gizli meşgullerdir bunlarla. Bu kişilerin kaç karınca ezdiğini, kaç bulutu ıskaladığını bilemezsiniz. Onlar ömürleri boyunca uğraşsa da yolun ihtişamına kapılamayanlardır. Hadi oradan be deyip teğet geçenler de vardır. Onlardan hiç bahsetmeyelim. Ta ki bir sosyal medya grubundan bir mesaj alana kadar devam eder kimilerinin yürüyememe serüveni.
“Heyhat! Koca ömür gelmiş geçmiş,” diyerek sızlanmadan kendi hür irademizle ruha şifa niyetine atalım ilk adımı…