Derler ki insan bir yakınını kaybedince içinde 40 mum yanarmış ve bu mumlar her gün birer birer sönermiş. Ama 40. olan son mum yanmaya hep devam edermiş. İşte bu nedenle insanoğlunun duyduğu o acı bir yerlerde hep saklı kalırmış.
Evet her acı gibi bu acıda zamanla azalacak, Türkiye hep böyle kalmayacak. Yıkayacak elini yüzünü, gözyaşlarını kurulayacak. Acıyı bizzat yaşayan da acı haberi alan da, yedisinden yetmişine her insanoğlu seferber oldu bu acıya. O tek mum ilelebet yanacaktı belki; fakat acı her geçen gün azalacaktı. Gerçek buydu işte. Nasıl ki ölenin ardından cenaze yemekleri yeniyor, helvalar kavruluyorsa bizler de gözyaşlarımız eşliğinde yaptık yemeklerimizi. Çocuklarımız tatlı bir şeyler istedi;gözümüzü kapattığımız an o yaşlı amcanın elindeki bisküvi paketini açamayıp aç be aç çocuklarını bekleyişini, onlar çıkınca onlara vereceğim ama çıkmadı hiçbiri diye hıçkıra hıçkıra ağlayışını hatırladık önce. Gözümüzden akan yaşı silip yutkunduk. Sonra yapıverdik o tatlıyı evladımıza.
Uzaktan boş boş öylece üzülmenin kimseye fayda sağlamayacağını bilip üç beş elimizden ne gelirse gönderdik yardım kuruluşlarına. Belki ihtiyaç listelerine, destek malzemelere el uzattık. Elinden pek de bir şey gelmeyen ne yapacağını bilemeyen teyzeler, nineler el açtı Allah’a. Okudular sabah akşam. Acılar dinsin diye yakardılar yaradana. İşin özü bu acı hepimizindi ve kimse öylece seyretmedi.
Biliyorum bu sözlerime karşı çıkanlar olacak elbet. Öylece seyredenler vardı. Kötülük peşinde yol kesenler, yağmacılar, kaçaklar ve dahası diyeceksiniz. Hepimiz derken ben, biz olma bilincindeki her bireyden bahsediyorum. Biz olmak için önce kendini tanımak; sağduyulu, bilinçli olmak lazım. Biz olmak kolay değil. Kendini bilmeyene ben nasıl biz diyeyim! Bahsettiklerim onlar değil bilesiniz. Fakat gün bugün. Gün kendini bilenle yola çıkma günü. Birlik olma günü; az çok demeden başka çıkarlar peşine düşmeden gönüllü olarak gönülden gönüle uzanma günü bugün.
Gün o gün nasıl birlik günüyse bugün de birlik günü. Bencillikten çıkıp seni de onu da düşünme günü. Gün önce kendini tanıma, acını anlama; gücünü gösterme günü.
Sahi sen ne yapabilirsin biz olmak için? Hiçbir şey mi!
Anne çocuğunu ahlaklı yetiştirmeli, öğretmen öylece anlatırken; anlayabilmeli duyabilmeli ondan yardım isteyen sesi! Mühendis işini yaparken hatayı tespit etmeli ve vermemeli kötüye, eksiğe mahâl…
Hoca camide, kasap manav dükkanda işine; sorumluluğunu aldığı eğitime uygun davranmalı.
İşte böyle güzelleşeceğiz. Kara köpek hep yaşayacak, bizler beyaz olanı güçlendireceğiz. Sol yanımıza dönüp uyurken acımayacak yüreğimiz!
Burası dünya oysa, ne çok kıymetlendirdik.
“Dünya bir penceredir,
Her gelen baktı geçti.”
Gelip geçen bu dünyaya doğduk bir kere hem de dünyanın bize en ihtiyaç duyduğu vakitte. Evet biz de her konup göçen gibi dönecektik, ömrün sonunda geldiğimiz yere. Oysa hiçbir şeyi sebepsiz yaratmayan Rabbim bizleri de sebepsiz yaratmamıştı işte. Tam da şu anda burada olmalıydık. Dünya misafirhanesinde ev sahibi, üstüne düşeni fazlasıyla sermişti önümüze. Sıra bizdeydi, ev sahibinin hanesinden biz de onu memnun ederek ayrılmalıydık. Misafirliğin kısası makbuldü evet oysa hayat yaşayabildiğin anlarda saklıydı. Kiminin dünya saatinde kısaydı vakti kiminin uzun, biz ne kadar yaşadık ona bakacaktık! Dahası başımızı geriye çevirdiğimizde omzumuza düşmeyecekti yüzümüz. Sükût içinde tatlı bir tebessüm düşecekti dudaklarımıza. O vakit henüz dolmamışken bu yaşamdan beklentimiz. Ölmeye kaç var bilemeyiz!