Yağmur, sokak lambalarının soluk ışığında ince çizgiler halinde süzülüyordu. Elif, eski apartmanın girişinde durup anahtarlarını aradı. İçinde bir huzursuzluk vardı ama nedenini bilmiyordu. Kapıyı açıp içeri girdiğinde apartman boşluğunda yankılanan bir ayak sesi duydu. Aniden durdu. Belki de üst komşusuydu. Kendi kendine gülümseyerek merdivenleri çıkmaya başladı. Ama o an fark etti, ayak sesleri onun adımlarına eşlik ediyordu. Dizleri titrerken hızlandı. Ayak sesleri de hızlandı. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Anahtarını çıkarıp kapıya uzandı. Titreyen elleriyle kilide soktuğu an, tam arkasında bir nefes hissetti. Kapıyı açıp içeri attı kendini, hızla kapıyı kapattı. İçeriden kilitledi. Derin derin nefes alırken, apartman boşluğunda bir fısıltı duydu:
Elif… Beni unuttun mu?
Elif’in kanı dondu. Nefesi kesildi, gözleri kapıya kilitlendi. Bu sesi tanımıyordu ama içinde garip bir his vardı; sanki unuttuğu bir rüyanın içindeydi. Titreyen elleriyle telefonunu cebinden çıkardı. Polisi aramak için ekrana baktığında bir mesaj gördü. Bilinmeyen numaradan gelmişti:
“Kapıyı aç, Elif. Konuşmamız gerek.”
Elif telefonu elinden düşürdü. Derin bir nefes aldı. Bunu yapan kimdi? Biri ona oyun mu oynuyordu? Dışarıdan gelen fısıltı devam etti:
“Beni hatırlamıyorsun, değil mi? O geceyi… O yağmurlu geceyi…”
Elif’in zihninde bir şey kıpırdadı. Yıllar önce, yine böyle bir yağmur yağarken… Gölgeler içinde bir siluet… Bir çığlık… Bir sır.
Hatırlamak istemediği bir şeydi bu. Ama artık hatırlamaktan başka çaresi yoktu.
Elif’in nefesi hızlandı. Kalbinin deli gibi çarpmasına engel olamıyordu. Kapının ardındaki kişi… Kimdi? O gece… Hangi gece?
Derin bir nefes aldı, titreyen elleriyle telefonunu yerden alıp mesajı tekrar okudu. “Kapıyı aç.” Açmayacaktı. Açmamalıydı. Ama içindeki bir his, bunun kaçınılmaz olduğunu söylüyordu.
Fısıltı yeniden duyuldu:
“Yağmurlu bir geceydi… Sen kaçtın, ben düştüm. Beni orada bıraktın, Elif.”
Elif gözlerini kapattı. Bir görüntü zihninde belirdi. On sekiz yaşındaydı. Eski bir fabrikanın arka sokağında biriyle tartışıyordu. Tartıştığı kişinin yüzü belirsizdi, ama sesi… O ses, kapının ardındaki sesle aynıydı. Sonra bir itiş, bir çığlık, bir düşüş… Ve Elif’in kaçışı. O geceyi hatırladı. Ve şimdi, yıllar sonra, unutmaya çalıştığı geçmiş kapısının ardındaydı.
Elif geriye birkaç adım attı. Kapının kolu yavaşça aşağı indi. Bir karar vermeliydi. Açacak mıydı? Yoksa geçmişinden sonsuza kadar kaçmaya mı çalışacaktı? Elif’in gözleri kapıya kilitlenmişti. Kapı kolunun yavaşça hareket ettiğini gördüğünde dizleri titredi. Kilitlemişti, değil mi? Evet, kilitlemişti… Ama bu kişi, içeridekiler kadar sakindi. Panik yapmıyordu. Biliyordu. Derin bir nefes aldı. Mantıklı düşünmeliydi. Polisi aramalıydı. Ama parmakları telefon ekranına gitmiyordu. Sanki görünmez bir güç onu yerinde tutuyordu.
Sonra bir şey oldu. Kapının altından bir gölge süzüldü. Elif çığlık atarak geriledi. Gölge, kapının altından içeri girip odanın ortasında belirdi. İnsan şekline bürünmedi. Sadece bir karanlık lekesi gibi titreyerek duruyordu.
Sonra fısıltı yeniden duyuldu. Ama bu sefer telefonundan.
“Özür diler misin, Elif?”
Elif titredi. Geriye doğru sendeledi. Telefonun ekranı karardı, sonra kendi kendine açıldı. Kamerası çalıştı. Ekranda bir görüntü belirdi.
Yağmurlu bir gece. Fabrikanın arka sokağı. Ve o kişi… Yerde yatıyordu. Nefes almıyordu.
Elif’in gözleri büyüdü. “Bu… imkânsız…”
Fısıltı daha sert, daha soğuk bir tona büründü:
“Özür diler misin, Elif?”
Elif’in içi buz kesti. Çünkü artık hatırlıyordu. Ve ne yaparsa yapsın, kapının ardındaki geçmiş onu bırakmaya niyetli değildi. Elif’in nefesi düzensizleşti. O geceyi, unuttuğunu sandığı o korkunç anı artık tüm çıplaklığıyla hatırlıyordu. Tartışma… Çocuğun boşluğa düşüşü… Ve onun kaçışı. O zamanlar korkmuştu. Polisi aramak yerine kaçmayı seçmişti. Kimseye anlatmamıştı. Yıllar boyunca kendini bunun bir kaza olduğuna inandırmıştı. Ama şimdi, geçmişi kapısının önündeydi.
Telefonun ekranında görüntü değişti. Bu sefer bir çift göz belirdi, karanlığın içinden ona bakan solgun gözler. Gözler kıpırdamadan Elif’e bakıyordu. Sonra ekran karardı ve telefon kendi kendine bir numarayı aramaya başladı.
“Kimi arıyorsun? Polisi mi?”
Fısıltı artık daha yakından geliyordu. Kapının ardında değildi. Odada bir yerdeydi. Elif’in gözleri hızla odanın köşelerine kaydı. Boğazı kurumuştu, vücudu taş kesilmiş gibiydi. Bir şey göremiyordu ama hissediyordu. O burada.
“Özür diler misin, Elif?”
Ses artık fısıltı değil, neredeyse bir emir gibiydi. Otoriter, tehditkâr. Elif’in dizleri titredi. Nefesi düzensizleşti. Ağzından çıkan kelimeler fısıltı şeklindeydi.
“Özür dilerim…”
Bir anlık sessizlik oldu. Yağmur camlara vuruyordu. Sonra, bir kahkaha duyuldu. Soğuk, yankılı, insana ait olmayan bir kahkaha.
Ve ışıklar söndü.