Heyecandan tüm gece uyuyamamış, günün ilk ışıklarıyla yatağımdan fırlamıştım. Haftalardır beklediğim o gün gelmişti sonunda. Yatağımın baş ucunda duran şifonyerin çekmecesini açıp kumbaramı çıkardım. İçindeki tüm parayı alıp bir poşete doldurdum ve ağzını sıkıca bağladım. Epey para biriktirmiş olmanın gururu ile göğsüm kabarmış içimi tatlı bir telaş sarmıştı. Evde annem hariç hiç kimse daha uyanmamıştı. Anneme görünmeden evden çıkmak için acele ediyordum. Hemen üzerimi değiştirip odamın penceresinden bahçeye atladım. Tek katlı evde oturmanın güzelliklerinden biri de buydu şüphesiz. Kimseye görünmeden evden sıvışmak.
Koşa koşa sokağımızın başındaki fırına girdim ve elimde sımsıkı tuttuğum poşeti fırıncı Mehmet amcaya verdim.
– Hayırdır Can, bu paralar ne böyle?
– Mehmet amca, bu paraları kumbaramda biriktirdim. Rica etsem bunları bana kağıt para yapar mısın? diyerek mutlulukla gülümsedim.
– Tabi yaparım evlat ama sen önce söyle bakalım, bu paralarla sabahın bu saatinde ne yapacaksın?
– Anneme sürpriz yapacağım, bugün onun doğum günü.
– Ne alacaksın peki?
– Bir kaç ay önce çarşıya gittiğimizde bir mağazanın önünde durup uzun uzun vitrine bakmıştı. Vitrinde çok güzel bir çanta vardı. Annemin gözleri ışıl ışıl olmuş, kim bilir ne kadar istemişti o çantaya sahip olmayı! İşte anneme o çantayı alacağım Mehmet amca.
Mehmet amca sevgiyle başımı okşadı. Elime kağıt paraları verip, dikkatli olmam için beni uyardı. Çarşıya gitmek için dolmuşu beklemek zorundaydım. Durağa gittim ve beklemeye başladım. Etrafta benden başka kimse yoktu. Henüz çok erken olduğu için etraf sakindi. Kuşların kanat çırpma sesi ve kendi aralarındaki neşeli cıvıltıları güzel bir müzik gibi etrafı şenlendiriyordu. Ben kuşları seyre dalmışken önümden bir simitçi geçti. Hiç bir şey yemeden evden çıktığım için simitin mis kokusu açlığımı hatırlatınca hemen bir simit aldım. Etrafımdaki kuşlara da ikram ettim. Dolmuş geldi ve nihayet yola koyuldum.
Bizim köyden kasabaya gitmek yaklaşık kırk beş dakika kadar sürüyordu. Etrafa bakınıyor, diğer yandan da annemin çantayı görünce ne kadar mutlu olacağını hayal ediyordum. Çarşıya geldiğimizde dolmuştan indim ve annemle çantayı gördüğümüz mağazayı aramaya başladım. Bir çok yer henüz açılmamıştı. Biraz dolaşıp vakit geçirmek için oyalanmaya karar verdim. Saatler ilerledikçe insanların sayısı artıyor, herkes bir sağa bir sola koşturup duruyordu. Kimisi mızmızlanan çocuğunu kolundan çekiştiriyor, kimisi telaşla işine geç kalmamak için koşturuyordu. Henüz on iki yaşında olmama rağmen hayatın çeşitli zorluklarıyla mücadele etmeyi ben de öğrenmiştim maalesef. Babam hastalanıp benim çalışmak zorunda kaldığım ve çok sevdiğim okulumu bıraktığım gün ben artık büyümüştüm. Annem, babam ve benim haricimde iki küçük kız kardeşimin sorumluluğunu üstlendim iki yıldır. Köy yerinde bir şekilde geçinip gidiyor kimseye muhtaç olmadan kıt kanaat yaşıyorduk. Hem babamda yakında daha iyi olup işine dönünce ben de okuluma devam edebileceğim diye mutlu oluyordum. Düşüncelerim ve gelecek hayallerim zihnimin içinde, gözlerim dalgın yürümeye devam ederken birden kendimi yerde buluverdim. Dört beş kişilik bir grup çocuk kavga ederken nasıl olduysa ben de aralarında kalmış yere yuvarlanıvermiştim. Üstüm başım toz içindeydi, üstelik yerden kalkmama bile yardım etmeden aralarında küfürleşerek koşa koşa gözden kaybolmuşlardı.
Üzerimi düzeltip, tozları silkeledim. Sonra hızlı adımlarla çantayı gördüğümüz mağazanın önüne gelip içeriye girdim. Mağazacı kadın güler yüzlü bir kişiydi. Beni görünce:
– Buyurun Küçük bey, nasıl yardımcı olabilirim size? diyerek beni karşıladı.
Gözümün önünde farklı renk ve modellerde bir sürü çanta vardı ve hepsi birbirinden güzeldi. Heyecanla vitrindeki çantayı göstererek:
– “Bu çantayı satın almak istiyorum.” dedim.
– “Tabi ki, lütfen biraz bekle. Bu model tek olduğu için önce vitrinden çıkarmam gerekiyor.” dedi ve vitrine yöneldi.
Mutluluk içinde elimi pantolonumun cebine attım. İyice aşağılara doğru yokladım cebimi. Cebim bomboştu!.. bu nasıl olur? İnanamıyorum, haftalardır harçlığımdan yemeyip içmeyip bu çantayı almak için biriktirdiğim tüm param yok olmuştu. Mağazacı kadın, ricamı kırmamış üstelik özene bezene çantayı kırmızı renkli bir hediye paketi yapmış, benim parasını ödememi bekliyordu. Telaşımı fark ederek sordu:
– Hayırdır, bir sorun mu var? Yoksa bunu alacak paran yoktu ve sen beni boş yere mi oyaladın?
– Evet bir sorun var, param yok. Yani vardı ama şimdi yok. Sanırım paramı düşürdüm ya da birileri aldı.
Kadın kaşlarını çattı ve sözlerime inanmayarak bana bağırmaya, gereksiz yere oyalandığını düşündüğü için bana kızmaya başladı. O kadar mahcup oldum ve utandım ki; sadece ağlıyor ve kadının çantayı tekrar vitrine koymasını izlerken içimden bunun bir kabus olmasını ve uyanmayı diliyordum. Oysa paramı cebime çok iyi yerleştirmiştim. Ne olduysa o kavga anında kendimi yerde bulduğum birkaç dakika da olmuştu. Kavga eden ya da ediyormuş gibi yapan çocuklar tarafından soyulmuş olma olasılığım yüksekti fakat paramı kendim de düşürmüş, kaybetmiş olabilirdim. Annemi mutlu etme hayalleri kurarken şimdi evime dönecek kadar bile param yoktu. Sinirimden ve mahcubiyetimden ağlayarak yürümeye hatta koşmaya başladım. Aklıma gelen hiçbir şey yoktu. Gözyaşlarıma hakim olamıyor hatta burnumdan akan sümüklerime bile aldırmıyordum. Kalbim bir kuş gibi çırpınıyor, mutluluk hayalimin uçup gitmesine dayanamıyor ve içimi öfke kaplıyordu. Eve nasıl dönecektim ve olup biteni nasıl izah edecektim bilmiyordum.
Biraz daha koştum ve sonunda yorgunluktan durup bir parktaki banka oturdum. Sakinleşmem ve eve dönmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. Ben kendi halimde oturmuş düşünürken yanıma yaşlı bir teyze oturdu. Kızarmış yüzüme ve dolu dolu gözlerime bakarak:
– “Ne oldu sana böyle çocuk, neden bu kadar ağladın anlat bakalım?” dedi.
Önce gözlerimi kaçırmak istedim. Kadıncağız buruşuk ve kuru bir dal gibi olan parmaklarıyla çenemden tutarak yüzümü kendisine doğru çevirdi. Diğer elinde bir mendil tutuyordu. Mendille önce yüzümü sonra da sümüklü burnumu sildi güzelce. Mendil mis gibi lavanta kokuyordu. O anda içimi bir huzur kaplayıverdi. Teşekkür ederek başımdan geçenleri anlattım. Beni dinledikten sonra, gülümsedi ve alnımdan usulca öptü.
– “Sen çok ince ruhlu ve akıllı bir çocuksun. Eminim ki annen senden gelecek güzel bir çiçek ve öpücüğe de çok mutlu olacaktır. Hem önemli olan böyle günlerde sevdiğimiz insanlara, onları hatırladığımızı belli etmek unutmamaktır. İçten yapılan hiçbir şey unutulmaz.” dedi ve bana içtenlikle sarılarak yanımdan ayrıldı. Sarılırken elime bıraktığı lavanta kokulu mendili avucumun içine bırakmıştı. O gittikten sonra fark ettim ki mendilin içinde eve dönebilmem için gerekli bir miktar para vardı. Bu dünya da hâlâ iyi insanlar ve merhamet duygusu vardı demek ki…
Dolmuşa binerek eve döndüm. Annem telaş içinde beni sorguya çekti haklı olarak. Erkenden işe gitmem gerektiğini ve ustam gelene kadar dükkânı temizlediğimi söyledim. Köyümüzün tek marangozu Cemil amca aynı zamanda babamın en yakın arkadaşlarından biri olduğu için beni seve seve yanına almıştı. Okulumu bırakmış olsam da en azından bir meslek öğreniyor olmanın huzuru vardı içimde. Bugün erken gittiğim için işe tekrar dönmeyeceğimi ustamın izin verdiğini söyledim. Biraz uzanıp dinlendim. Uyuyakalmışım. Kalktığımda kız kardeşlerimin bahçeden sesleri geliyordu. Neşe içinde oynuyor aynı bu sabah gördüğüm kuşlar gibi cıvıldaşıyorlardı. Yatağımdan istemsizce doğruldum ve yüzümü iki elimin arasına alarak gözlerimi kapattım. Şimdi ne yapacaktım?
Yaşlı teyzenin söylediği sözleri hatırladığım anda gözlerimi tekrar açtım. Ne demişti bana? “Sen bir çiçek ya da bir öpücük kondursan anneciğine, mutlu olması için o bile yeter, üzülme.” Çiçek!.. evet annemi mutlu etmek için bir çiçek almalıydım.
Köyümüzde her yer çiçek içindeydi, baharın gelmesiyle birlikte rengarenk çiçekler tüm güzellikleriyle etrafı süslemişti. Ara sıra esen bahar yeli onların mis kokularını çevreye salıyordu. İçimde bir kıpırtı oluştu. Annem için farklı bir çiçek bulabilsem ne kadar güzel olur diye düşündüm. Daha önce hiç görmediği, bilmediği bir çiçek! İyi de böyle bir çiçeği nereden ve nasıl bulacaktım ki?
Ellerim cebimde, ayaklarımı yere sürte sürte köyün meydanına kadar gelmiştim. Berber Rasim amcanın dükkânının önünden geçerken gözüme, kapının önünde duran bir saksı ve içinde minicik minicik mavi çiçekler açmış sarmaşık gibi olan bitki takıldı. Daha önce böyle bir çiçeği gerçekten hiç görmemiştim. Heyecanla gözlerim parladı. Dükkândan içeri girip selâm verdim. Bir köşeye oturup beklemeye başladım. Rasim amca biraz huysuz bir adam olduğu için söze nereden başlayacağımı bilemedim. Gözlüklerinin üstünden bana dik dik bakınca artık bir şeyler söylemem gerektiğini anladım ve paldır küldür lafa girdim.
– Rasim amca, o dışarda duran çiçeği nereden aldınız acaba?
– Niye sordun, neden ki?
– Çok beğendim de, merak ettim.
– Ben hiç beğenmedim, o yüzden de dükkânın önüne bıraktım. Berber dükkânında çiçek mi olur yahu! Bizim oğlanın aklı işte, İstanbul’dan gelirken almış. Beğendiysen al götür senin olsun.
– Ciddi misin Rasim amca, o çiçeği gerçekten bana mı veriyorsun?
– Evet, al götür. Madem beğendin, en azından ona bakarsın.
Ne diyeceğimi bilemeden teşekkür ederek dükkandan çıktım. Çiçeği kaptığım gibi evin yolunu tuttum. Allah’ım bu bir mucizeydi.
Elimde çiçek saksısıyla içeri girdim. Annem mutfakta yemek yapıyordu. “Sen mi geldin oğlum?” diye seslendi. “Evet anneciğim ben geldim.” dedim ve yanına giderek annemin yanağını öpüverdim. Annem gülümseyerek bana doğru döndü.
– “Mutlu yıllar anneciğim, doğum günün kutlu olsun.” diyerek çiçeği anneme verdim.
– Canım oğlum, bu ne kadar güzel bir çiçek böyle, mis gibi de kokuyor. Nasıl hatırladın sen benim doğum günüm olduğunu? Ben bile unutmuşum.
– “Senin doğum gününü unutmam mümkün mü annem!” dedim ve ana oğul birbirimize sımsıkı sarıldık.
“Kime niyet kime kısmet” diye bir söz vardır ya; işte bu çiçek tamda buna güzel bir örnek oldu. O gün aile olarak çok mutlu ve güzel bir gündü bizim için. Annemin yaptığı kekin üzerine bir mum diktik ve hep birlikte dilek tutarak üfledik. Yaşlı teyzenin dediği gibi, annem çok mutlu olmuştu. Onu böyle görmek beni de çok mutlu etti ama yine de o çantayı anneme alamamak içimi burkmuştu.
Aradan üç ya da dört ay geçti, annemin “Mavişim” dediği çiçeği kocaman oldu. Ne zaman o çiçeğe baksam; Rasim amcanın onu kapının önüne koymuş olması ve benim de mucizevi bir şekilde onu alıp anneme hediye etmem geliyor.
Çiçeklerde insanlar gibidir; sevgi gördükleri, ilgi alâka gördükleri yerde büyür ve gelişirler. Güzelleşirler. Sevgi, tüm yaşamın devamında su ve hava gibi gereklidir. Sevgimizi göstermekten hiç bir zaman çekinmemeliyiz.