Zamanın neresindesiniz?
Kaç yaşındasınız ve şu an saat kaç?
Aslında zaman, sadece insanların uydurduğu bir kavramdır. Oysa evrende zaman diye bir şey yoktur. Maddeye gözlemci gözüyle her an şahitlik eden bizler için her şeyi katılık yönüyle ele alma, mantıksal bir çerçeveye oturtma eğilimi vardır. Bir bakıma ruhsal varlığımızın bir bölümüyle zihnimizi Dünya’ya çapalanmak için kullanırız. Bunun sonucu olarak görünen her değişim, döngü ve süreç soyut bir kavram olan zaman üzerine yerleşmiş olur. Üstelik bu sınırlar içerisinde kendi konfor alanımızı oluşturmuş ve varlığımızın büyük bölümünü aslında var olmayan zaman kavramına bağlamışızdır.
St. Augustine’e göre zaman, aklımızda yer alan bir kanaattir. Bütün mesele onu nasıl algılayıp yorumladığımızla ilintilidir. Örneğin geçmiş var mıdır? Geçmiş, yalnızca hatırlanan anılarla ilgilidir, dolayısı ile bizim için aslında yoktur. Gelecek ise aynı mantıkta “henüz” var değildir. Tek mevcut olan şu anki andır. Şu anki zamanı, avuçlarımızın arasındaymış gibi hissederiz. Oysa ellerimizin arasından akıp giden su gibidir. Onu saklayabilir miyiz? Veya önünde durup akmasını engelleyebilir miyiz? Hepimiz malum cevabı biliyoruz… O halde içimizdeki bu hengâme neden? Ne oluyor böyle? Kontrol mekanizmamız daima devrede kalmak adına direnç gösteriyor ve günün sonunda kontrol edemediğimiz şeylere yakınıyor ve keşkelerle boğuluyoruz.
Kontrol ve kendini savunma mekanizması, içsel çatışmalardan kaynaklanan kaygıdan korunmak için egonun oluşturduğu içsel bir yapılanmadır ancak bir yandan bilinç dışıdır. Kontrol edebilme hissi kişideki kaygıyı, stresi azaltır çünkü burası yerleşilen konfor alanıdır. Sağlıksız bir mekanizma da olsa kişinin konfor alanı bu bağımlılığı sever ve kişiyi orada tutar.
Haydi gelin sizinle bir alışma yapalım. Zamanın resmini çizecek olsaydınız nasıl çizerdiniz?
Dairesel mi, doğrusal mı, ileriye giden bir ok mu, nasıl? Ve en önemlisi çapanız nerede? Geçmiş, gelecek, şu an, hangisi?
İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin. (Albert Einstein)
Einstein’ın izafiyet teorisine göre zaman, gözlemciye göre değişebilmektedir. Gözlemciye göre zaman, farklı ilerlemektedir. Örneğin, elinizi bir dakikalığına fırına sokarsanız bu size bir saat gibi gelecektir. Ancak sevdiğiniz arkadaşlarınızla, sevgilinizle bir aradayken bir saat size on dakika gibi gelecektir. İşte izafiyet budur.
“Zaman bir yanılsamadır.” der Einstein. Peki dostlar, biz bu dar çerçevede ve yanılsamada neden böylesine tutsak kaldık? Bunun bize katkısı nedir? Bu yanılsamadan özgürleşelim mi? Çocukluğumdan beri hep düşünürüm bir gün denen “şey” veya zaman ölçüsü neden yirmi dört saat ile kısıtlıdır? Ben buna neden uymak zorundayım ve bu kural neden? Büyüdükten sonra daha az sorgular hale geliyoruz ve kanıksıyoruz. Belki de en trajik olanı bize her dayatılanı hiç sorgulamadan kabul ediyoruz.
Her şey bir fark ediş ile başlar. Fark etmek, uyanışın ilk adımıdır, tohumdur.
Sevgili Cem Karaca’nın dediği gibi güneşler ekelim göğün göğsüne. Bu feleğin tekerine çomak sokalım.
Zamanın içinden akarken gözlemci olma rolünün ötesinde her daim gözlemci olma rolünü çok önemsiyorum. İçinden geçtiğiniz her durumu, oluş şekliyle kendi gözlemci rolünüzü hatırlayarak yaşayın. Bu bakış açısı size çok şey katacaktır.
Sorgulamak, düşünmek, tefekkür güzeldir, normal olandır. Var oluşumuzun en büyük kısmı seçimler yasası ve özgür irade yasası temellerine oturmuştur. İkisi de düşünsel faaliyet gerektiren yasalardır.
Her anınızdan beslenin, zamanın sizi beslemesine izin verin. Zamanı deneyimlemenin en iyi yolu budur. En değerli hazineniz olan zamanınızın her anını sevgiyle dopdolu geçirmeniz dileğiyle.