Görmezden Geldiğimiz Yaramız: Stres

Furkan Öztekin 519 Görüntüleme Yorum ekle
6 Dak. Okuma

Stres” kelimesinin kökü, Fransızca “stress” kelimesine dayanmaktadır. “Stress” kelimesi ise Latince “strictus” kelimesinden türetilmiştir. “Strictus”, sıkı, gergin anlamına gelirken, “stres” kelimesi de bu anlamı taşımaktadır.

Stres, çeşitli olumsuz faktörlerin yol açtığı zihinsel veya fiziksel tepkilerin toplamıdır. Stres, bir duruma veya olaya tepki olarak ortaya çıkar ve bireyin enerjisini, konsantrasyonunu, duygularını ve davranışlarını etkiler. Stres, genellikle tehdit, baskı, değişim, belirsizlik gibi durumlarla ilişkilendirilir.

Stres çağımızın en yaygın hastalıklarından biridir. Stres birçok rahatsızlığın kaynağıdır fakat günlük dilimize o kadar yerleşmiştir ki ne kadar yıkıcı etkisi olduğunu unutuyoruz. Basite indirgiyoruz ve karşımızdaki insanı anlamadan ‘ Ne var bunda bu kadar strese girecek ‘ diyerek yoğun duygu yaşayan insanı bu duygularından dolayı mahcup ediyoruz. Oysaki stres insanın içten içe tüketen bir rahatsızlıktır. İfade edilemeyen yaralardır. Dünyasında kendini yalnız hisseder ve bu mücadelede tek kaldığını düşünür. Bütün dünyanın yükü omuzlarındaymış gibi gelir. Çıkış noktasının olmadığını düşünür ve bu stresli durumdan tek başına çıkmak zorunda olduğunu düşünür.

Stresin birçok nedeni olabilir. Belli bir nedene yoğunlaşmak oldukça zordur. Her insanın olayları veya durumları yorumlama ve algılama süzgecinden nasıl geçirdiği ve süzgeçte nelerin takılı kaldığı önemlidir.

Stresin nedenlerini genel başlık altına almak istersek eğer bunlar; ailevi, iş sosyal ortamlar ve romantik ilişkilerde yaşadıklarımızdan olabilir. Aile, iş, sosyal ortamlar ve romantik ilişkilerimizde yaşadıklarımızın strese neden olan başlıkların dış etkenler olarak sıralayabiliriz. Peki bu başlıklar altındaki dış etkenler bizleri nasıl strese sokabilir?

Bireyleri yetiştikleri ailevi ortamların kişilik yapımızın oluşmasında oldukça etkilidir. Özellikle anne-baba çocuklarını yetiştirirken benimsedikleri tutumlar çocukları üzerinde etkilidir. Anne baba tutumları, çocuk yetiştirme konusunda ebeveynlerin sergilediği davranışlar ve yaklaşımlardır. Anne baba tutumları, çocuğun kişilik gelişimini etkileyebilir ve çocuğun davranışlarına yön verir. Otoriter tutum altında yetişen çocuklar disiplin, kurallar ve sınırlar üzerine odaklanır. Bu tutumda ebeveynler otorite figürüdür ve çocuğun itaat etmesini beklerler. Sert kuralların olduğu, disiplinin ön planda olduğu bir tutumdur. Bu ailede yetişen çocuklar hata tapmaktan aşırı korkarlar mükemmel olmak isterler. Mükemmel olamadıklarında ise yetersizlik ve çaresizlik duygularını yoğun yaşar. İhmal eden tutum: İhmal edici tutumda ebeveynler çocuğun ihtiyaçlarına yeterince önem vermezler. İlgisizlik, dikkatsizlik ve duyarsızlık bu tutumun özellikleridir. Çocuğun duygusal veya fiziksel ihtiyaçlarına yeterince yanıt verilmez. Bu aile de yetişen bireyler de ise sevme sevilme duygularından emin olamazlar sevilmeme inançları o kadar yüksektir ki gözlerinin önündeki sevgi göremezler. İhtiyaçları karşılanmayan her çocuk güvenli bağ geliştiremez ve ömrünün geri kalanında bu durum devam edebilir. Aşırı koruyucu tutum: Aşırı koruyucu tutumda ebeveynler, çocuğun her hareketini kontrol altında tutarlar ve onlara aşırı derecede dikkat ederler Korkuları yüzünden çocuğa sınırsız destek sunarlar ve kararlarını almalarına izin vermezler. Bu ailede yaşan çocuklar cam fanusta yetişler. Hayatın her zaman mükemmel ve iyi insanların var olduklarını düşünürler. Her zaman iyi duygular yaşamak ister. İyi duygular yaşayamadıklarında olumsuz durum karşılaştıklarında çok şaşırırlar. Problem çözme becerileri yeteri kadar gelişmediğinden dolayı savunmasız kalırlar.

Sosyal ortamlarda yaşadıklarımız bu ortamlar kabul edilme veya bu sosyal ortamlara girememe durumunda kalan insanların yaşadıkları stres durumları olarak karşımıza çıkabilir. İnsanın sosyal bir varlık olduğu ele alırsak mutlu olmak var olmak için sosyalleşme ihtiyacımız var. Eğer biz insanoğlu sosyal ortamlara giremezsek veya girdiğimizde de hatalı veya yanlış bir şey yaparım diye davranışlarımızdan korkar ve gerçekleştiremezsek sosyal ortamlardan uzaklaşabiliriz. Sosyal ortamlarda kabullenmek için kendimizi kimliğimizden çok fazla ödün verir düşüncelerimiz ve duygularımızı yok sayarsak sosyal ortamlar bizlerin kaçtığı ortamlar olur.

İş yaşamında girdiğimiz streslerimiz en yüzeye vurduğumuz stres kaynağı olabilir. Uzun mesai saatleri, yeterli görülmeyen performanslar, sürekli rekabet, her an işten çıkarılma korkusu, kişisel alanlarına yeteri kadar zaman ayıramama ve iş nedeniyle kişisel alanların ihlali, müşteri memnuniyeti düşük ücretler, yeteri kadar dinlenme fırsatı bulamama, anlayış ve merhametin olabildiğince az bulunduğu ortamlardır. Her an hareket halinde olma duramama durumunda kalındığında insanın iç dünyasına çöken bir karabasan gibi olur.

Romantik ilişkiler yaşadığımız stresler aşırı bağlanma durumunda kaldığımızda yaşadığımız strese bağlı nedenler arasında olabilir. Romantik ilişki içine girdiğimiz insanların bizleri anlamasını bekleriz, anlayış göstermesi bekleriz. Aşırı kıskançlık aşırı ilgisizlik her an terk edilme, aldatılma, nefes alanı bulamama durumlarında kaldığımızda veya kendimizi ilişkimizde kapana kısılmış gibi düşünmeye başladığımızda paylaşamadıklarımız bizleri strese sokar.

Tüm bu başlıkların çevresel koşulların bizleri etkilerimi sonucunda oluşan strese kaynaklarıdır. Bir de kişiliğimiz sonucunda strese meydana gelir. Nasıl kişilik özelliklerine sahipsek stres altına çabuk gireriz?

Kişilik, bireyin düşünceleri, duyguları, davranışları ve benlik algısı gibi özelliklerin bütünüdür. Kişilik, insanların benzersizliklerini yansıtan ve onları diğer insanlardan ayıran bir yapıdır. Kişilik, genetik faktörler, çevresel etkiler, kültürel faktörler ve kişisel deneyimler gibi birçok etkenin birleşimiyle şekillenir. Her insanın kendine özgü bir kişilik yapısı vardır ve bu kişilik yapısı zaman içinde değişebilir ve gelişebilir. Kişilik, bireyin düşünce ve inanç sistemini, değerlerini, tutumlarını, motivasyonunu, duygusal tepkilerini ve davranışlarını etkiler. Kişilik, bireyin çevresiyle etkileşimine, ilişkilerine ve yaşam deneyimlerine de yansır. Kişilik özellikleri genellikle beş büyük faktör modeli olarak adlandırılan birçok boyut altında incelenir. Bu boyutlar; nörotiklik (duygusal istikrarsızlık), dışadönüklük (sosyalleşme ve enerjiklik), uyumluluk (dostluk ve işbirlikçilik), sorumluluk (düzenlilik ve güvenilirlik) ve açıklık (yaratıcılık ve entelektüel merak) olarak adlandırılır. Özetle, kişilik, insanın bütün özelliklerinin birleşimi olup, onun düşüncelerini, duygularını, davranışlarını ve benlik algısını şekillendiren bir yapıdır.

Hayatta karşılaştığımız zorluklar baş edebilme kabiliyetimiz,  onlara karşı dayanıklı olmamız, yaşadığımız yaşantı deneyimlerimiz, yaşadığımız sıkıntıların eğer döngüdeyse bunu fark edebilmemiz strese karşı direncimiz arttıracaktır. Strese girdiğimizi düşündüğümüzde tedirginleştiğimizi ve gerginleştiğimizi fark ettiğimizde bu durumla ilgili duygu ve düşüncelerimizi anlatmalıyız.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Psikolojik Danışman
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version