Saat farkı nedir bilmeyen, sadece gün ve geceden ibaret olan bir dünyayı bilen ninem, babasını tıngır mıngır beşikte sallarken, uyuyan torununa bakarken dev ve cücelerin yaşadığı Mum Diyarı’nda bir gün kızıl saçları örgülü, mavi kurdeleli güzel bir kız yaşarmış. Adı Semra imiş. Semra, mücevherlere ve renkli taşlara çok meraklıymış. Yaşadığı diyarda kimse onun gibi parıldayan taşlara meraklı değilmiş. Semra, her Pazar akşamı gün ağarırken kolundaki bileziği gül ağacının altına gömer ve “Hey! Gül Perisi, bugün yine sana hediye getirdim, hadi sesimi duy ve karşıma çık” diye dilekte bulunurmuş.
Bir sabah Gül Perisi, Semra’nın karşısına çıkmış ve “Güzel Semra kızım, söyle bana, hediyeler bırakıyorsun. Nedir senin benden isteğin?” demiş.
Semra gözlerini kocaman açmış. Gerçekten de karşısında Gül Perisi duruyormuş. Sesini yükselterek, “Ey Gül Perisi! Yaşadığım Mum Diyarından çok sıkıldım. Şöyle gönlümü gözümü açacak başka diyarları görmek istiyorum. Senden isteğim beni Zümrüt Dağı’na götürmen. Orada yaşayan zümrüt halkıyla yaşamak istiyorum,” demiş.
Gül Perisi, “Peki, dileğini gerçekleştireceğim, ama istediğin hayat o değilse adımı çağırman yeterlidir. Unutma, adımı sadece iki kere çağırabilirsin. Ben birinin hayatında ancak bir kez karşısına çıkar ve üç dileğini gerçekleştiririm. Şimdi gözlerini kapat ki seni Zümrüt Dağı’na götüreyim,” demiş ve yerden çıkan yeşil duman Semra’yı uçurup Zümrüt Dağı’na bırakmış. Semra gözlerini açtığında her yerin zümrütten yapıldığını, hatta orada yaşayan halkın da zümrütten olduğunu görmüş. Başını nereye çevirse yeşil parıltılar görüyormuş.
“Demek gerçekten de Zümrüt Dağı varmış. Artık ben de burada yaşayacak, onların eşsiz takılarını koluma, parmaklarıma takacağım,” demiş.
Yolda elini zümrüt kumlarına daldırıp ceplerine doldurmuş. Kulaklarına küpeler, parmaklarına her çeşit ve büyüklükte zümrüt yüzükler takmış. Bir günün nasıl geçtiğini anlamamış derken karnı guruldamaya başlamış. Ellerini karnına koyarak, “Ben çok acıktım. Burada nerede yiyecek bulabilirim ki!” demiş.
Yürümüş, yürümüş, karşısına oyun oynayan zümrüt çocuklar çıkmış. “Hey, bakar mısınız? Benim karnım çok aç, yiyecek nereden bulabilirim?” demiş. Zümrüt çocukları yerden zümrüt taşları alıp kıza uzatarak, “Al, bunu ye!” demişler. Semra şaşırarak, “Olur mu? O zümrütten bir taş sadece. Ben meyve yemek istiyorum,” demiş. Zümrüt çocukları ellerindeki taşları yemeğe başlamışlar, Semra ise hayretle onlara baka kalmış. Oradan uzaklaşıp etrafına bakmış, gerçekten de etrafta ne bir ağaç, ne bir dere, ne de bir ev varmış. Cebinde taşıdığı zümrüt kumları o kadar ağır gelmiş ki hepsini yere atmış.
“Ben çok açım, burada yaşayamam,” demiş ve “Gül Perisi, Gül Perisi!” diye bağırmış. Gül Perisi karşısına çıkmış; “Söyle Semra kızım, benden ne istiyorsun?” demiş. Semra karnını tutarak, “Karnım çok aç. Beni hem mücevherlerin hem de yemek yiyebileceğim bir diyara götür,” demiş. Gül Perisi gülümseyerek; “Seni Kazan Diyarı’na götüreceğim, ama buradan hiçbir şeyi yanında götüremezsin,” demiş. Semra parmaklarındaki ve kollarındaki bilezikleri yere atarak, “Hadi ben hazırım, götür beni,” demiş. Tekrar yerden yükselen duman, Semra’yı Kazan Diyarı’na götürmüş. Orada her çeşit meyve, sütten akan ırmaklar, inciden taşlar, altından ve yakuttan dağlar varmış. Semra meyveleri görünce yemeye başlamış. Karnını doyurmuş, bir ağacın altına kıvrılıp, “İşte burası tam yaşamak istediğim yer,” diye düşünüp uykuya dalmış.
Birkaç saat sonra uyanınca kalkıp etrafı gezmeye başlamış. Süt akan nehirden içip meyvelerden yerken etrafına bakmış. Etrafta mücevherlerden ve çeşit çeşit meyvelerden başka hiç kimseyi görememiş. “Hey! Kimse var mı?” diye seslenmiş. Ses gelmeyince etrafta koşup “Kimse var mı?” diye bağırmaya başlamış. Bir o yana, bir bu yana koşmuş ama ne bir ses ne bir insan ne de bir hayvan görmüş. Oturmuş inciden bir taşa ve ağlamaya başlamış. Ayağının altında altından yollar, inciden döşeli taşlar, ağaçlarda her çeşit meyve varmış ama onları paylaşacak, konuşacak ne bir arkadaş ne anne ne de baba varmış. Hıçkıra hıçkıra bağırmaya başlamış; “Gül Perisi, Gül Perisi,” diye inletmiş diyarı. Gül Perisi karşısına çıkmış; “Söyle bakalım, benden ne istiyorsun?” demiş.
Semra ağlayarak; “Beni tekrar evime, Mum Diyarı’na götür,” demiş.
Peri; “Ey güzel kızım, senin isteğin bu değil miydi?” demiş.
Semra, “Hayır hayır, artık istemiyorum. Ben annemi, babamı, arkadaşlarımı istiyorum. Bu değersiz renkli taşları istemiyorum artık,” demiş.
“Biliyorsun, bu son dileğin, iyi düşün,” demiş peri. Semra ayağa kalkıp; “Evime, aileme götür,” demiş. Peri, yerden çıkardığı dumanla Semra’yı tekrar Mum Diyarı’na geri götürmüş. Semra, evine dönünce annesine, babasına sıkıca sarılmış. Babası cebinden bir bilezik çıkarıp; “Senin için çok uzak diyarlardan getirdim,” demiş ve bileziği kızına uzatmış.
Semra, gözleri yaşlı; “Hayır babacığım, ben artık bu değersiz taşları istemiyorum. Lütfen sen de artık başka diyarlardan benim için getirme. Benim en büyük hazinem sizsiniz,” demiş ve ağlamaya başlamış. Semra’nın babası ve annesi, kızlarının nasıl bu kadar değiştiğini anlayamamışlar. Ona da soru sormamışlar.