Felsefeci için alem mana’dır. Spritüel için ruh, fizikçi için atom, molekül, elektron, astronot için yıldız nebülöz, teolog için fiziksel astral…
Her insan “alem” kelimesine, veya herhangi bir duygusuna, düşüncesine, duyumuna farklı bir anlam yükler…
Her insan sözünde, sohbetinde, özünde biricik, tek ve özeldir.
İnsanın kendini incelemesi, alemi incelemesi anlamına gelir. O nedenle insanı anlamak istiyorsan, onun her şeye farklı kendi bilgi görgü deneyim penceresinden, bir mana verdiğine şahitlik edersin.
İşin ilginç tarafı bu yüzyılda insan insanı anlamaktan çok, elde etmek istediklerine odaklı bir yaşam tarzını tercih ettiğini bariz bir şekilde görebilirsiniz. İnsan insanla bir araya gelmek bile istemiyor olabilir.
İNSAN
İç alemi çelişkilerle dolu insanın, aynı anda tüm çelişkilerinin farkında olabileceğini bir hayal edin (gerçeği söylerken yalan söylediğini, nefret ettiğinde sevdiğini, sevdiğinde ise nefret ettiğini vb.). Hep bir kandırılma, gerçeklerden çok hayali senaryolar üretme çabası içinde bir yaşam sürme isteğiyle dolu olduğunu göreceksiniz…
Bukowski der ki: “İnsanlar kandırılmak istiyor. Gerçeklikten, yaşamaktan korkuyorlar çünkü. Bu yüzden hep televizyon, izleyip fal baktırıyorlar. Onlara yalan söylerseniz sizi severler, en çok sizi severler. Gerçekleri hatırlatırsanız sizden uzaklaşırlar, bazen sizden nefret bile ederler…”
İnsanlar hem kendilerine, hem diğerlerine yaptıkları eziyetleri, kötülükleri minimalize etmek için vicdanlarını uyku modunda tutmak isterler…
İnsan en çok Da kendini kandırandır. O nedenle de sızlayan vicdanı hiçbir yerden ışık almamalı, uyanmamalıdır, hatta uyandırılmamalıdır…
Gerçekler insanın canını yakar, gerçekleri direk duymak ne yazık ki fıtraten insana acı verir… Canını acıtan hatıralarını hissetmemek için düşüncelerini uyutur. Gerçekleri hatırlatan her şeyi görmezden gelir.
Kimi insanlar nedense süslü kelimelere, konuşmalara inanırlar, inanmak isterler. Allah’ın kesin hükümlerine inanmadıkları kadar süslü nutuklara inanmak…
Bu özel konuşmalarını süslü laflarını öyleymiş gibi mış yaşamlarla destekler, ahlak, din, sevgiden sürekli bahsetme gereği duyarlar…
“Cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen.” (Yunus Emre)
İnsanlar iyilik için, iyilik uğruna birbirlerini katleder, yok eder, öldürürler (devletin, toplumun ve ailenin iyiliği için vb.). Ve böylece kendi içlerindeki ilkelliği cehaleti kandırılma isteğini (içgüdülerini) normalleştirmeye çalışırlar.
Tüm dünya halkları kendi dinini, inancını, milletini, ülkesini, Tanrı tarafından seçilmiş ve özel görür. Ve bunun için savaşlar ilan ederler… Diğerlerini hakir görürler ve Tanrı’nın gözdesi olduklarına emindirler…
Hayali bir gurur, göğüslerini kabartan destanlar, hiç değişmeyen senaryolar…
İnsanlar gerçeklerden çok, hayali üstünlüklerinden gururla bahsederler…
İnsan çabuk sıkılan bir varlık ve insana eğlenceli bir şeyler her zaman lazım…
Hayalen diğerinden zeki, akıllı, üstün olduğunu düşünen, düşündüren (İblis) diğeriyle arasına mesafeler koyan, mühlet veren, mühlet isteyen, senaryolar yazan, oyunlar oynayan, eğlenen, dünya sahnesinin başrol oyuncusu her insanın bu hayata yüklediği anlam, misyonu, vizyonu, elbette kendine göre olacaktır…
Adem (a.s.) cennette sıkılmasaydı belki de bütün bunlar (kanmak) olmayacaktı…
Yorgunluk, ilgisizlik, sıkılma, doğru düşünme yerine, iyi kötü ile mücadele etmekten kaçınma, yüzeysellik, derine inmeden sorunlardan kaçma, düşüncelerini uyutma eğilimi… Bir kereden bir şey olmaz fısıltısı… İlk günahın içgüdüsel yaptırımı… Bir kere bir insanın kanına nüfus ederse, o insanın adaleti, dini, yaşama biçimi gerçekte onları yaşayamayacağı düşüncesiyle hayali süslü sözlerle manipülatif davranışlarla devam eder…
Kendi üzerine çalışmak, yanlışından geri durmak yerine, kolay olanı tercih diğerini suçlu addetmek (suçsuz bir insana nedensiz yere kin nefret duyma hayatı ona dar etme hastalığı)… Hep bir oyun oynama isteği… Dünya kanunları her zaman böyle çalışır mı bilinmez, bu durumda en zayıf olanı kurt kapar sözüne atıfta bulunmakta fayda olacak.
Belirsizlik…
Küresel güçler (İblis) tarafından tasarlanan insan duygusu, düşüncesi tam da bu, zayıf düşünce biçimi, yüzeysel, aslı yönden sapmış, duygusuz, mekanik, otomatik insan. Böl, parçala ve kolaylıkla yönet… Düşünemesin, hissedemesin, sığ derinleşmeden uzak kalsın.
Allah’tan mühlet isteyen İblis (kanmak isteyen) insanı fazlasıyla vesveselere boğarak, insanı insanlıktan çıkarırcasına kötülükleriyle yol aldırırken, iyilikler de fazlasıyla aynı oranda görünmese de hızlı bir şekilde yayılır.
İnsan bu dünyaya kavga etmek için gelmediği halde sürekli kavga ediyor görüntüsü verir.
Kardeşlik, eşit olma, adalet, hep insanın iyiliği içindir (tüm söylemlerde) fakat hiçbir zaman öyle sonuçlanmaz.
Her insan kendine yontar. Tabiatı böyledir. Fakat aslolan bu tabiatının hırçın, acımasız, gaddar yanıyla insanın mücadele etme azmini ele geçirmesidir. Çünkü insanın büyümesi, genişlemesi, belirsizliğe karşı gelmesi gerekir, fakat bütün bunları yaparken hayali bir gururla, hayali bir din algısıyla, hayali bir adalet telakkisiyle yapmaması daha doğru olur. Yani İblis’in adımlarıyla cennete ulaşılamayacağını anlamalıdır.
İnsanın bilgisi artıkça iyilikleri artmaz. Bilgi arttıkça cehalet, cehalet arttıkça bilgi eşit miktarda artar. Bilmek, insanı zulüm yapmaktan alıkoyamaz.
İnsan gönlünden kazanma hırsını, diğerinin sırtından zenginleşmeyi, kiri pası temizlemedikçe (gerçek bilgi sahibi) insan olmanın sırrına eremez.
Dünyanın kanunu budur. Bir şeyler çoğalırken bir şeyler hep azalır veya tam tersi…
İnsan sınanmadığı (para, mevki, makam, din) hiçbir şeyin sahibi değildir. Sınav denilen bu olsa gerek, iyiliğin, kötülüğün varlığından çok, onlara ne oranda bu bedende izin verdiğimizi Tanrı bize soracak belki de…
İnce olma kabalığı, kaba olma inceliği, çirkin olma güzelliği, fakirlik zenginliği vb. insana her zaman yaşamın eksi ve artı yönlerini hatırlatır.
Zıtların dansı dünya sahnesinde her gün oynanır.
Sorununuz ne olursa olsun sorunlardan kurtulmak istemek en doğal hakkınızdır. Fakat yaşadığınız sorunları abartmaya kalkmayın. Çünkü sorunun birisi bittiğinde yenisi başlayabilir. Dünyanın kanunu budur.
Mesela savaşlar kötüdür, bunu herkes bilir. Savaşın en kötü, en acımasız yanlarını gördüğü halde insan, el birliğiyle yeni bir savaş çıkarmaktan geri durmaz.
Her şey ülkesinin, milletinin, ailesinin iyiliği içindir… İnsan her şeyi iyilik için yaptığını defalarca dile getirir. Vicdanını uyutur ve sürekli oyun içinde oyunlar oynar… Dünyada birliğe doğru gitmemiz gerekirken, bölünme, düşmanlık, anlaşmazlık gittikçe dozunu artırır…
Dünyada suç işleyen milyonlarca insanın, insanları yıkan tavırları (görmezden gelme, kabul ve onay yoksunluğu, manipüle etme), tahrip gücü yüksek yıkıcı (kin, nefret, haset, mobbing), diğerini yok edici davranışları (yaşam hakkını gasp, malı, canı, nesli, din vb.)… Aslında çok basit bir şekilde tedavi edilebilir manevi ruh sağlığı problemlerinden kaynaklanmaktadır.
Kendini bilmek…
İnsan kendi duygu, düşünce algısıyla ve vesveseleriyle insanları değerlendirdiğinde her zaman objektif olamaz, çokça yanılır… (Sevdiğinde kusur bulamaz, sevmediğinde her şeyi kusur görür.)
Dünyayı cehenneme çeviren, düşmanlığı körükleyen, iyi niyetle başlayan kötü olmaya mahkum duygu, düşünce ve davranışlardır.
“Gerçeği yerin altına gömseniz bile o bir gün büyüyerek patlayacak ve her şeyi yok edecektir.” (Emile Zola)
YAŞADIĞI GERÇEKLİĞİ KABUL VE ONAY YOKSUNLUĞU
İnsanların en önemli suç ve suça bulaşma sebepleri, çocuklukta yaşanan olası travmalarla (baba anne öğretmen vb.) ilerleyen zamanlarda hesaplaşma imkânı bulamadıkları çocukluk anıları ve buna bağlı olarak yetişkinliğe bağlı hayal kırıklığı olabilir…
Bireyin yaşadığı bu travmalar beden, zihin ve ruh arasında dengesizliğe sebep olabilir.
İnsanın kalıtımla gelen alışkanlıklarına bağlı olarak uykusunda yürüyen düşüncesi içgüdüsüdür… (otomatik mekanik düşünmeden)
İnsanın içinde yürüyen düşüncesi kendi haline bırakılmamalı, işine yarayabilecek işlevsel olanları kullanmayı, kontrol etmeyi bilinçli bir şekilde tercih edebilmeli. Aksi takdirde bir olay, bir söz, bir davranış onu her an tetikleyebilir ve çok büyük iletişim kazalarına sebep olabilir.
Değersizlik hissi, kendini kaybetme, kendi bedeninde kendini bulamama halidir. İnsan geçmiş acılarından kurtulmaya çalışırken bile içgüdüsel tepkiler ve yöntemleri otomatik olarak kullanır. Yaşamdan alması gereken neşe, esenlik üzerine potansiyelini, ama iyi yönde, ama kötü yönde genişletmeye çalışır.
İnsan bir yandan kendi stresini kontrol etmeye, diğer yandan ilişki içinde olduğu insanların davranışlarına yönelik stratejiler geliştirmeye çalışır.
Hayat insanı büyük ölçüde yorar… O nedenle sorunların belirlenmesi, insanın zihninde gizli kalmış anılarla hesaplaşması, birçok suç ve suçlunun önüne geçebilir…
İnsan zihin ruh kontrolünü öğrenebilir. Kendini istediği yönde disipline edebilir. Kötü anılarıyla hesaplaşabilir.
İnsan bütün dışsal yaşamında iyi bir görüntü verirken özel yaşamında, ikili ilişkilerinde (eşiyle vb.) çektiren, her işi yokuşa süren inanılmayacak derecede huysuz biri olabilirler. (içgüdüsel)
Ruhsal olanla fiziksel olanın arasında ince ayrım her zaman vardır. Farketmek önemli olacaktır… Zıtların savaşı içgüdüsel yollarla gizli, açık kendini gösterir.
“Nefistir seni yolda koyan, yolda kalır nefse uyan.” (Yunus Emre)
Dışsal uyumlu olmanın tam zıttı bir şekilde insanlar özel yaşamlarında düzensizlik, kural dışılık, mizaç sapmaları, acımasızca bilinmesini istemedikleri tüm kötü yönlerini sergileme yönünde olabilir.
Acımasızlık, bir şeyi ele geçirmek, egemen olmakla ilgilidir.
Önemli olma, büyüme, belirsizliğe karşı korku, kaygı geliştirme, bütün bunlar yaşamı besleyen damarlar, fakat fazlası tamamıyla hayatı felce uğratan, tüm yaşamsal fonksiyonları yok eden bir karaktere bürünebilir.
İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ÖNEMLİDİR
“Her halde ben değerli değilim” ilk çocukluk döneminde (0-3) aile ve yetiştiğimiz çevrenin etkisiyle de davranışlarımıza yönelik verilen karşı bildirimlerle oluşan ve genel olarak bizde yerleşen duygu ve düşüncelerdir. Her zaman doğru olmayabilir. Yaşadığımız herhangi bir olayı kendimize göre yorumlamış da olabiliriz.
Değersizlik, bireye yetersiz olduğu yönünde telkinler de verir. Diğerinin yüzünden (ona göre sebep ne ise) onu herkesin ezdiğini, küçük gördüğünü, hayır demesini bilmediğini fazlaca düşünen değersizlik hisseden birey ilişki içinde olduğu kişilere yaşamı gizli veya açık bir şekilde sinsice dar edebilir…
Her şeye fazlasıyla sahip olmasına rağmen, eksiklik hisseder… Hesabını göremediği, bastırdığı, belki gerçek, belki kendi algısıyla hissettiği eksikliği bazen diğerine kin, nefret, haset şeklinde veya kendi kendini yiyip bitiren kendine acı çektiren yöntemlerle devam ettirebilir.
Değersizlikle birlikte aşağılanmış hissetme ve daha iyisini yapma, ortaya bir ürün koyma isteği sonucu olanı bozma şeklinde davranışlar da kendini gösterir.
Önce beden, zihin, ruh üçgeninde bir savaşla başlar hayat, sonra alem, insan, ben üçgeninde devam eden bir savaş vardır ama ne ile savaştığınızı çoğu zaman bilemezsiniz.
“Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi vardır.” (Yunus Emre)
Bazen kelimelerle, bazen davranışlarla, bazen kendi yüreğinizle, bazen tüm dünyayla bir savaşınız olacaktır. Bu sizi yıldırmayacak, çünkü sonunda bir mükafat alacaksınız.
İnsan kalma, cennet, Allah katında buluşma…
Belki de bütün bu şaşalı, destansı insana verilen ömür süresinin en güzel anlatım şekli Yunus Emre’nin dizelerinde gizlenmiş olabilir…
“Ana rahminden geldik pazara, bir kefen aldık döndük mezara.”