Sabahın ilk saatlerinin tadı başkadır; hava lütufkâr, ışık merhametli. Akşamın geldiği gibi aceleci ve sert değildir günün gelişi; uykudan yeni uyanmış gibi salınır ışık, yormamak, ürkütmemek için dinlenenleri.
Bir o kadar da hızlı olmalıdır aslında; üç beş nöbetindeki askere, geceyi bitirmiş doktora, ekip otosunda bacakları uyuşmuş polis memuruna. Ayarlar hızını, gösterir aydınlık ve sıcak yüzünü.
İnsanın da ruhen en hoş, en latif saatleridir günün ağarma vakti. Geceye veda, güne merhaba derken ruhun ağır bir uyum dansı yaşanır, yavaş ve yormayan geçişiyle.
Kendi içinde insan, tarifsiz bir evreni taşır: İklimleri, karı-kışı, yazı-baharı olan. Yönetimi kendi elinde ve denetimi kontrolündedir. Bu, onun sosyal hayatının düzenini, dünya işlerinin başarısını, ilişkilerinin sağlığını belirler. “Ne kadar huzurlu biri” dediğinizde, iç asayişini görmüşsünüzdür o kişinin esasında.
Kendi ikliminin bakımı, onarımı, gelişimi; kişinin ona ciddi mesai ve zaman harcamasını gerektirir. Hangi bahçe ilgilenilmezse mamur kalabilir, hangi ev bakımsız temiz olabilir? Ruhumuzun bakımı dışımızın bakımından çok daha hassas ve çok daha detaylıdır. Ne zaman birinden herhangi bir etki görse, ki çok basit bir sertlik veya sözü bile edilmez bir horlanma, onun narin dokusunda siyah bir leke oluşturur.
Hani size kırmızıyı bul dediklerinde sadece kırmızıyı görür olursunuz ya; ruhumuz da sertlik gördüğünde daha önceki tüm sertlikleri hemen günyüzüne çıkarır. Bilgisayar ekranında nasıl arama tuşu sayısız seçenek çıkarıyorsa bir kelimeye, benzeş, çağrıştıran, içinde geçmiş; işte tam olarak ruhumuzda o şekilde tüm benzeş, çağrıştıran, içinde barındıran yaşanmışlıkları çıkarır ve hemen karar verir: Seni üzüyorlar…
Bu, ömrümüz boyunca yaşama biçimimizdir. Bazı insanlar bu karardan saniyeler sonra “Gösteririm onlara” der. Bazılarıysa “Ben böyle biriyim” der; sonuç, tozlanmış, gerçeklikten uzaklaşmaya başlamış bir ruh hali. Bu, hemen bir anda olan bir şey değil; koca ömrün içinde her gün sayısız defa yaşadıklarımızın bir kesiti.
Neden bakım, onarım ve temizlik gerektiğini örneklendirmek adına kolaylaştıran bir yöntem… Her insanın farklı ritüelleri vardır. Kimileri kişisel bakıma daha ziyade önem verir, doğal ürünler seçer; aylık, yıllık bakım için dışarıdan profesyonel yardım alır (cilt bakımı, botoks, masaj). Kimileri içiyle vakit geçirir, kişisel gelişim kampları, kitapları, koçları hayatına çeker. Kimileri dini vecibelerle kendini temizler, yükseltir, korur, muhafaza eder; iyi hissetmeye çabalar. Hangi yolu seçtiyse onun tercihidir; başıboş bırakmadığı sürece, zaman hariç sonuç aşağı yukarı aynıdır. Gripte ilaçla 7 günde, ilaçsız 1 haftada iyileşmek gibidir. Süreni etkiler tercihin ancak sonuç, gayretin kadardır.
Gelelim başıboş serkeşlere… Eskiden aristokrat çocukları, bürokrat çocukları, saray yavruları dediğimiz bir kesim vardı. Dünya edebiyatının, Türk edebiyatının, Doğu edebiyatının temeli bu ışıksız, parlak insan grubunun hayatını yazarak oluştu.
Genelin tavrına ters düşen bu dar kesim insanının halleri sanat, edebiyat, şiir, resim oldu insanlık tarihi boyunca. Şimdi ise fason bir kesim var ki genelin sayısını katlıyor. Özetle elimizde sahte elitler ve sahte elitik davranışlar var.
İnsanlık boyunca en zor sorunlar insanların psişik buhranlarını yönetmek olmuştur ki tüm dönem geçişleri, tarihsel akım dönüşümleri de bunların sonucudur.
Toplumun bir kısmının rahat ve zevk içinde yaşaması, diğer bir kısmını, ki genellikle rahatın çok katıdır bu, kızdırır ve bu gidişe bir son vermeye kalkışılır; dünya tarihi bu ve benzeri sancıları ve doğumları çok defalar yaşamıştır. Net olan gerçek; refah ve huzur düzeyi kişisel algının dışında kitlesel şekillenmelere geçtiğinde sorunlar ve sıkıntılar başgösterir. Çözüm, hukuki, ahlaki, bilimsel olarak ele alınır ve çalışılırsa net bir yerlere gidilebilir; ancak daima izlenilen tek yol, sorunu yok sayıp nabzı düşürmek yerine yeni argümanlarla toplumun dikkatini dağıtmak olur ki beklenilen nihai son gelir.
Günümüz insanı için daha karmaşık bir doku var dedik, evet o da sanal bir refah düzeyi şablonu. Gerçeklik algımızı sarsan bir şekilde gelir düzeyi dağılımının aksine bir harcama çılgınlığı, beklenen açlık düzeyi ölçümlerinin çok altında belirtilen kişi sayısı ve fakat çok üstünde gider tablosu.
Bu karmaşık doku bilimsel verileri sarmıyor elbette; ne var ki sosyal yöneliş ve tepkiyi olumsuz etkiliyor. Kimse asgari ücrete takılmıyor; çünkü sosyal hayata bakıp “Öyle olsa bu manzaralar olmaz” diyor. Kendi sıkıntı düzeyine de çevreden gördüğü çözümlerle yol buluyor; ek iş, ek gelir gibi. Hasılı ciddi bir ekonomik bunalımı, herkesin gösteri merakı yüzünden yokmuş gibi yaşıyoruz. Berbat bir kültürel kokuşmayı mükemmel ahlaki değerler içindeymişiz gibi izliyoruz. Eğitim ve yargıda tükenmişliği en iyisindeymişiz gibi renklendiriyoruz. Bunu bize kimse empoze etmiyor; kendimiz kendi tercihimizle yapıyoruz. Aynı gemide, aynı karavanayı yiyip ayrı rayihalar salamayız. Sıkıntılar kabul edilmek, görülmek, fark edilmek ve ilgi, ihtimam ister. Yoksa sıkıntı olmaktan çıkan her olay, normalin ve rutinin olur.
Kimse tutup “Bize ne oldu?” diye feveran etmesin. Bize bir şeyler olurken “Ne oluyor?” diye elini kaldıracak, tutup koparacak olanlar bunu yapmadığı sürece bunun geleceği kesindir.
Konumuz neydi? İçsel bakım, insani erdemler, ruhsal temizlik… Yeniden bir fabrika ayarları ve yeniden yükleme: Şefkat, merhamet, iyi niyet, hoşgörü, sabır, sevgi… Hangilerinin ışığı yanıyor içimizde, hangileri kuruyup ölmüş? Bir öz bakım, ruhi tedavi sonrasında bu sahte refahı, sahte kaymakgilleri, sahte burjuvaziyi silip atmalıyız ki dünyanın ve ülkemizin geldiği vahim durumu hissedebilelim. Sayfayı kaydırarak yaşadığımız hayat, sayfayı kaydırarak biter bizim için de. Sadece bir Fatiha okuyacak insanımız bile olmadan…
Sermayesi ömür, varlığı aciz beden, serveti aziz ruhu olan insanın başıboş, sahte hayallerle tükenmesi, tüketilmesi ve uykuda eriyip, uykuda bitmesi kadar acı bir gerçek yoktur bu alemde…
Rabbim, uyanmayı, fark etmeyi, silkelenmeyi, düzeltmeyi, çabalamayı, YAŞAMAYI nasip etsin bizlere…