Güneşin Çocukları – 1

Murat Tepeler 635 Görüntüleme Yorum ekle
7 Dak. Okuma

Yeni bir ay ve yeni bir yazı ile tekrar merhaba dostlar. Geçenlerde oturduğum semtin bir kısmında bakım onarım çalışmaları nedeniyle kısa süreli elektrik kesintileri yaşandı. Aslında bir iki saati geçmeyen bu kesintiler içinde bulunduğumuz hayatı sorgulamama neden oldu.

Çocukluğumuzda yaşıtlarımın da hatırlayacağı gibi sık sık başımıza gelen bu kesintiler, o zamanlar günlük hayatımızda alışıla gelmiş bir durumdu. Gaz lambası ya da parafin mumlarımızı yaktığımız zaman hemen hemen tüm ihtiyacımızı görebiliyorduk. Hatta bu vesile ile harika aile sohbetleri yapılır, değişik oyunlar oynamak içinde güzel bir fırsat yakalamış olurduk. Elinin gölgesiyle hayvan figürleri yapanlar el kaldırsın. 🙂

Mesela şimdi arabası olmayan evler düşünün. O günlerde de evinde buzdolabı, çamaşır makinesi ya da bulaşık makinesi olmayan ev sayısı, olanlardan fazlaydı. Annelerimiz haftanın bir gününü çamaşıra, mevsimine göre de bazı haftalarını kışlık erzak hazırlamak için ayırırlardı. Yaz ayları boyunca tabi pek çok evde buzdolabı ya da derin dondurucu olmadığı için genel olarak oda sıcaklığında her daim bozulmadan kalabilecek yiyecekler hazırlama zorunluluğu vardı.

Güneşte kurutulan tarhanalar, dolmalık biberler, kaynatılan domates ve biber salçaları, turşular, konserveler, olmazsa olmaz erişte ya da kibar adıyla makarnalar kesilmeden verimli bir yaz geçmiş olmazdı. Hemen hemen her evde bu ritüel her yıl devam edip giderdi.

Şimdi iyi güzel de bütün bunları neden anlatıyorsun diyenler için hemen konuya giriyorum.

Sizlerde benim gibi hiç düşünüyor musunuz? Günümüz Türkiyesinde olur da (Allah korusun!) büyük bir felaket gerçekleşip çok değil en fazla bir ay elektrikler tamamen kesilirse ne olur?

Eminim pek çoğunuz bir kaç saniye kafa yorduktan sonra aynı benim gibi dehşete kapılarak aslında yaşantımızın neredeyse her noktasında elektriğe bağımlı bir toplum olduğumuzun farkına varmış olmalı.

Anlamayanlar için konuyu azıcık açmak istiyorum.

Yaşamak için bize en çok lazım olan iki şey önce su, sonrada yiyecektir öyle değil mi? Bu arada soluduğumuz havayı konu dışı bıraktım çünkü en azından o bedava 🙂

Şehir şebeke sistemlerinin tamamı mevcut su kaynaklarını bir yerden diğer bir tarafa elektrik sayesinde pompaladığından bir hafta boyunca musluklardan sadece kısık bir tıslama sesi çıkar. Sonuçta basınç tamamen kaybolduğun da kilometrekarelerce döşenmiş su tesisatı bir hurdadan farksızdır artık. Yani hayatınızda şebeke suyu yoktur.

Arabası olanların civardaki su kaynaklarını dolaşarak ikinci haftayı da atlattığınızı farz edelim. Ama benzininiz bitti ve almak için gittiniz. Tabi ki artık benzin pompaları da çalışmıyor. Çünkü elektrikler yok hatırladınız mı? Hadi el ile bir kaç hafta daha doldurduk diyelim ama normal ulaşım dışında, parası olan vatandaşların jeneratörleri için yoğun bir talep oluşacağından karaborsaya düşen akaryakıtı almayı da aklınızdan çıkarın. Yani artık benzin de yok.

Gelelim yiyecek durumuna. Bu satırları yazarken inanın iç çekiyorum… Artık patatesin bile pişirilmeye hazır bir şekilde dondurulmuş olarak satıldığı günümüz de hala acaba kaç kişi mutfağında kendi yiyeceğini hazırlamak için uğraşıyor. Korkarım hala nasıl yetiştiğini bilmediğinden yumurtanın dolapta üretildiğini düşünen büyük genç bir kitle var.

Genel olarak ülkemizin kırsal bölgeleri hariç özellikle büyük şehirlerinde tek tük balkon kenarlarında biber kurutmaya çalışan o son Mohikan ruhlu akranlarım dışında, maalesef toplumun geneli “Ne gerek var. Markette her şey var” diyerek yaz aylarını Ağustos Böceği gibi saz çalarak geçirmekte. (Bu arada bu Ağustos Böceğinin üzerinde oluşmuş yanlış imajı da başka bir yazımda çürüteceğimi belirtmek istiyorum. Aslında onlar çalışkan yaratıklardır.)

Neyse konuyu dağıtmayayım. Şimdi elektrikler kesildiğinde o adres gösterilen market ve türevlerinin durumu sizce ne olur? Evet jeneratörler için gereken benzinleri tükenene kadar ve paniğe kapılmış insanlarca yağmalanana kadar bir kaç hafta daha iş görürler ama üçüncü hafta itibariyle tüm protein bazlı ve donmuş yiyeceklere elveda diyebilirsiniz.

Aslında hiç yazmaya bile dilimin varmadığı en önemli konu ise bu elektrik bağımlığı yüzünden krize girecek olan milyonların ruhsal durumları:

Geçen salgın dönemin de daha hiç bir eksiğimiz olmadığı halde marketlere koşan insanları gördük. Cep telefonu, televizyon, internet vb. tüm iletişimin kopması sonucu muhtemelen devletin kolluk güçleri de çok geçmeden bu duruma el atar hale gelecektir.

Yani bir ayın sonunda korkarım ülke nüfusunda milyonlara varan büyük bir azalma meydana gelecektir.

Yahu hocam şimdi neden içimizi karartıyorsun. Bunların hepsi distopik bir romandan alınmış şeyler” dediğinizi duyar gibiyim.

Ama maalesef bu denli bağımlı olduğumuz elektriği bir o kadar daha zararlı olan fosil atıklar ile üretmeye devam ettiğimiz sürece inanın bana bu durum eli kulağında bir süre dilime girmiştir.

Mademki bu enerji türüne bu denli bağlıyız. Alternatif çözümler üretmekte zorundayız. Biliyorum. Hiç birimiz bu rahatlıktan vazgeçmek istemiyoruz. Ama ne hikmetse sürekli bizi uyaran yetkili ya da akademik çevrelerin feryatlarına da inanılmaz bir umarsızlıkla kulak tıkıyoruz.

Tam başımızın üstünde bizleri milyonlarca yıldır besleyen ve kim bilir belki daha milyonlarca yılda beslemeye devam edecek o muhteşem yıldızı neden göz ardı ediyoruz ki?

Tabi ki Güneşten bahsediyorum. Güneşten enerji ve elektrik üretme teknolojisine neredeyse 200 yıldır sahibiz. (Su ısıtma mesela)

Biliyor musunuz? 150 yıl önce yapılan ilk otomobiller elektrikle çalışıyordu. Yani düşünün. O günün insanları kara sermayenin dayatması ile fosil yakıtlara geçmeyip bu konu üzerine yoğunlaşmış olsalar ve elektrik üretmek için Güneş’i kullansalardı. İnanın bana şu an gökyüzünde uçan araçlar ile seyahat ediyor olurduk.

Nükleer enerjide gelecekte vazgeçemeyeceğimiz bir kaynak olacak gibi görünüyor. Neden her zaman daha iyi bir seçenek varken hep en kötüsünü seçmek zorunda kalıyoruz.

Yani dostlarım, yeni bir Dünya’nın kurulduğu bu yüzyılda neden bizlerde önceki kuşakların düştüğü hataya düşelim ki. Hani bu yeni nesil öncekilerden daha akıllıydı.

Düşünsenize yılların ev hanımları bile defalarca pişirdiği bir yemeğin tarifini, tekrar tekrar internetten izlemeden yapamaz hale geldi.

Nasıl bir ülke dışa bağımlı olmadığı sürece daha güçlü ise. Her birimizde tek tek evimizde kendi enerjimizi üretirsek, besin sorunumuzu ferdi hamlelerle çözersek. İşte o zaman bu distopik varsayımlara da güler geçeriz.

Sanırım siz konuyu anladınız. Hadi hep birlikte karınca olalım. Birilerinin artık küçük çocuklara yumurtanın markette yoktan var olmadığını, zamanı gelince Tavuktan çıktığını anlatma vaktidir. 🙂

Şimdi izninizle ben annemin hazırladığı o mis gibi kokan lezzetli tarhana çorbasından içmeye gidiyorum. Kalın sağlıcakla. 🙂

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version