Bedeninle olduğun yerdesindir, lakin ruhun gurbettedir. Gurbet garipliktir, kimsesizliktir ve gönlün ile bedenin birbirinden uzak kalmasıdır. Gönül, kendini, kendi varlığına ait olmayanlarla avutmaz. Gönlün kendi varlığını ne zaman ve nerede özleyip üzüleceği belli olmaz.
Bedenimizle yaşadığımız ve kendimizi kaptırdığımız bu âleme gönül aynı arzu da olmadığından bunalır, sıkılır ve huzursuz olur. Gün olur kendine fısıldar; her şeyin var olduğunu zannettiğimiz bir anda, bir yerlerde eksik olan bir şeylerin inancı bizleri meşgul eder. Bizler eksik olanın ne olduğunu anlamayız ve gönlümüzün bu eksiklikten kaynaklanan sıkıntısına da bir türlü çare bulamayız. O sırada gönlümüz ile bedenimiz arasında gurbet başlamıştır. Bizim istediklerimiz ve mutlu olduklarımızla gönlümüzün üzgünlüğü çok uzaktır, bunu bilemeyiz.
Bu gönül üzgünlüğüne bizi gark eden; özümüzü unutmaktandır. Geliş ve dönüş yolculuğunda takılıp kaldığımız ışıltılara gönlümüz bir defa bile bakmamıştır. Bedenimiz dünya renklerine dalıp ışıltılarda kaybolurken gönlümüz manevi ışıltılarda kaybolmak istemektedir. İnsanlar tam olarak bu iki yolda itidal sağlayamadığından ya bedeni yâda gönlü birbirine denk düşürememektedir. İtidal yolda gidebilmek ve insanın kendi bedeni ile gönlündeki gurbeti bitirebilmek için insanın kendisine yolculuk yapması gerekmektedir. Yaşadığımız dünyayı az ötede bırakıp içimizde barındırdığımız dünyaya kulak kabarttığımız da aslında gönlümüz ile bedenimizin gurbeti son bulacaktır.