Fark ettiniz mi? Aslında insanlar bizi yanıltmıyorlar, biz yanılıyoruz. Bir şekilde -biz de dahil olmak üzere- insanlara güvenilmemesi gerektiğini kanıtlayacak şeyler yaşıyoruz. Sevdiklerimiz, sevmediklerimiz hatta sevip/sevmediğimizi bilmediklerimiz vesilesiyle hakikatlerle tekrar tekrar karşılaşıyoruz. Belki de bildiğimizi zannedip kibre kapılarak tekrar yanılıyoruz. Bir şaman öğretisi olarak rivayet edilen “Ders, sen öğrenene kadar devam eder.” felsefesi doğru geliyor. Bu bakımdan mesafe çok önem teşkil ediyor. Ne çok uzak, ne çok yakın. Tıpkı hayat gibi… Biraz acı, biraz tatlı.
Beklentilerden kurtulmalıyız. Karşımızdaki insandan iyi/kötü hiçbir şey beklememeliyiz. Akışa ve olana odaklanmalıyız. Olmayan, olabilecek veya olmayabilecek olan meçhuldür. Beklentiler genelde bizi ve çevremizi yanıltabilirler. Bir insandan farklı boyutlarda herhangi bir beklentiye girdiğinizde sayamayacağınız kadar çok olasılıktan bir tanesini düşüncelerinizin merkezine koymuş oluyorsunuz. Bu da haliyle çeşitli problemlere yol açabiliyor. Örneğin, herhangi birisinin sizi sevmesini beklediniz. O kişinin pek çok farklı düşüncesi olabilir. Belki seviyordur, belki sevmiyordur, belki hiç bunun üzerine düşünmemiştir, belki kendisi bile düşüncelerinden emin değildir. İnsanların zihin ve hislerini okuyamayacağımız için fikirlerimizi belirli kalıplara sığdırmak büyük ihtimalle yanılgı getirebilir. Kendimizi anlamadan çevremizi anlamamız zor olacaktır. Neden beklentiler içerisine girdiğimizi, bizi bunlara neyin ittiğini, en temelde nelerin eksik olabileceği üzerine düşünebiliriz. Dünya da fikirler de derya deniz. Rotamız belli olmazsa oradan oraya sürükleniriz. Akışına bırakmak güzeldir elbette, kendimizle çelişmediğimiz sürece. İdeallerimizle örtüşecek şekilde yaşamadan oradan oraya boş ve anlamsız şekilde savrulmamalıyız. Nasıl ki her dairenin bir merkezi varsa bizim de olmalıdır. Tabii ki yeniliklere açık olarak kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Değerlendirmelerimizi neye göre yaptığımızı değerlendirmeliyiz. Bunun akıl ve mantığa uygun olup olmadığını ve bakış açımız üzerine farklı açılardan düşünmeliyiz. Buralarda iyi ve kötü tanımlamalarımız önemli. Yaşamlarımızda nelerin bizlere fayda ve zarar getirdiğini göz önünde bulundurmak bunları anlamamızda kolaylık sağlayacaktır. Bu noktada, iletişimlerimiz kaynaklı problemlerin getirdiği zararı düşünebiliriz. Zira hepimizin geçmişte muzdarip olabileceği bir konuya benziyor. Karşımızdaki insan anlık olarak düşünüldüğünde dünya üzerinde yaşayan en iyi insan olma ihtimali olduğu gibi en kötü insan olma ihtimali de vardır. Bu ihtimaller çok düşük olsa da yok değillerdir. Bu bağlamda en uç noktalara göre kendi felsefemizi ayarlamalıyız ki gerçekten kapsamlı, geniş ve çok yönlü düşünce yapımız olabilsin. İlk ihtimalin gerektirdiği kadar içten, ikinci ihtimalin gerektirdiği kadar da mesafeli olmalıyız. Çünkü herkesin yapılabilecek her şeyi yapabileceği bir dünya üzerinde yaşıyoruz.
Üstelik herhangi bir insanın da hayatının tamamına şahit olmadığımız için insanların biraz kusurunu görüp de kendimiz kusursuzmuşuz gibi konuşmamalı ve düşünmemeliyiz. Nasıl ki tek bir cümleye bakarak kocaman bir kitabı çözmüş ol(a)mayacaksak; insanların birkaç kelimesi, bakımlı/bakımsız görünümleri veya bizde oluşan izlenimlere göre de upuzun hayatları çözemeyiz. İhtimaller üzerine konuşmak tahminlerimizi kesin doğru kılmaz. Hepimiz hatalıyız. Hepimiz irade bakımından kusurluyuz. Bizim hatalı olduğumuz bir konuda başkası doğru davranmış olabilir; başkasının hata yaptığı konuda biz doğru davranmış olabiliriz. Kusur kusurla giderilemeyeceğine göre anlayış ve saygı çerçevesinde düşünmeye çalışmalıyız. Kimin neyi hangi sebepten söylediğini, ne amaçla yaptığını biz bilemeyiz. Belki karşımızdaki insan bile bilmiyordur. Bu durumda biz nasıl bilelim ki? Yolumuz iyi niyet ve güzellikten şaşmadığı sürece ne mutlu bizlere.