Güzel Kompozisyon Yazan Çocuk

76 Görüntüleme
9 Dak. Okuma

Hani kompozisyonu güzel yazan çocuk var ya, yani her okulda bir tane olur ya… Törenlerde alkışlardık. Edebiyat öğretmeni tebrik eder, müdür dolma kalem hediye ederdi. Aslında utanarak kürsüye çıkar ama bir yandan gurur duyar, sonra mahcup halde törende yanımıza gelirler. Her okulda bir tane olurdu. Çok okul değiştirince bu güzel kompozisyon yazan çocukları sadece törende tanırsınız. “Bizim okulda mıymış, ilk kez gördüm.” dersiniz.

Ben size bunlardan birini anlatacağım. Asla “güzel kompozisyon yazan çocuk” demezsiniz. Ben de dememiştim, ta ki müdürden dolma kalem alana kadar. Hatta onu o kadar tanımadım ki benim gibi falan sanıyordum. Kompozisyonuna başlık yazmayı unutan, giriş-gelişmeyi özet gibi geçen, bağımsız bir son yazan, konu neydi diye kafa karıştıran… Her yerde gezinen, her olayda parmağı olan, çok gülen, sık sık okuldan kaçan biri nasıl güzel kompozisyon yazardı ve buna ne zaman zaman ayırırdı?

Ben onu tanıdım ama… Güzel kompozisyon yazan çocuk olarak değil tabii, yüzündeki muzırlıktan tanıdım. Hani tanışmadan tanırsınız ya, bir yerlerden tanıyorum gibi. Ama hayat sana daha o kadar uzun değilken ve sen çok uzunmuş gibi hissederken… Nereden tanıyacaksın, ilkokuldan mı? Ama öyle değil tabii ki. Nasıl anlatsam… Tanımadan tanıdım. Güzel kompozisyon yazan çocuklardan biri olsam anlatabilirdim. Görünce hatırladım gibi. Aslında hiç de yolumuz kesişmemiş. Ne bir ilkokulda ne de bir çocuk parkında.

Bir kumsalda tanısam, beraber kule yapsak kesin hatırlardım. Eminim, yine güldürürdün beni. Annenin verdiği elmayı paylaşır, midyecinin arkasından koşardık. Belki beraber büyüsek, ortak dilimizi daha da geliştirirdik. Kendi dilimizi üretirdik belki de. Sen güzel kompozisyon yazar, ben de ilk okuyan olurdum. Okurdum ve şaşardım. Aynı yere bakarken nasıl farklı görüyoruz diye. Ben “mavi gökyüzü” derken, sen içini coşturan maviliğin aslında seni sevdiklerinden alan hüznü özümseyip gökyüzüne yollamış olduğunu anlatırdın. Özleyince onları gökyüzünde aramanı…

“Aynı şeyden mi bahsediyoruz acaba?” hissi beni hem yorarken hem de heyecanlandırıyordu. Değişik bakış açınla anlattığın güzel kompozisyonların beni her zaman etkiliyordu. “Mavi işte!” diyemiyor ve sana sürekli hayran kalıyordum. İçindeki hüznü bilmeden biliyordum.

İlk merdivenlerden inerken gördüm seni. Aşağıda, kantinin orada. Aslında kahkahanı duydum, tanıdık bir ses gibi geldi. Benimle buluşmadı bakışların. Ben kaçamak kaçamak baktım sana. “Yine aynı gülüyor.” dedim, tanımadan seni. Sonra tanıdım. Sen de tanıdın beni zamanla. Yakın arkadaşlarımdan daha derin, daha candan. “Söyle, içinde kalmasın.” diyordun, sana daha anlatmadan derdimi. “Kimse bilemez ne istediğini, söylemen lazım.” İlk ondan duyduğum cümleydi.

“Ağlamayana meme yok.” bildiğim bir şeydi fakat ağlamaya niyetim yoktu ama anlaşılmaya ihtiyacım vardı belki de. Ancak beni güzel kompozisyon yazan çocuk fark etti. Halbuki okuldan eve yürürken hep başka şeyler konuşurduk. Nereden tanımıştın beni, hep şaşırırdım. Kuğulara simit atarken nasıl bildin susam kokusunu hep sevdiğimi? Çantanda yedek simit ayırdın bana. Üşüyünce sıcak salep içtik, dişlerimize yapışan tarçından nefret ede ede.

Hep hayal kurduk, hep güldük. Arada ne zaman tanıştık, hiç hatırlamıyorum. Zaten vardın gibi. Ben zar zor bölümümü bitirirken, sen başka bir bölümden ders almaya İstanbul’a gittin. İlk kez cep telefonu çıktı ve sen aldın. Numarasını bana göre almış, kolay ezberleyeyim diye. Ezberleyemeyeceğimi düşündün, biliyorum. Oysa hâlâ ezberimde… Bol 5’li.

Bakışından, gülüşünden, komik olan bir şeyi anlatacağın zaman şaşırmandan anlardım. Bilip de gülmek bir alışkanlıkmış meğerse. Senin gelişinden anlardım anlatacağına güleceğimi. Gidince gökyüzüne bakıp ben de mavinin hüznüne daldım bazen. “Her gece saat 9’da aya bakalım aynı anda.” demiştin, güzel kompozisyon yazan çocuk. Ancak senin aklına gelirdi böyle romantik işler.

Aynı anda gökyüzüne bakan biz, o kadar güvenirdik ki birbirimize, hiç teyit etmedik “Baktın mı?” diye. Şimdi, WhatsApp’tan mesajımı gördüğü hâlde cevap yazmadı diyenlere inat.

Yıllar rüzgâr gibi salladı bizi; başka şehirler ve başka bir milenyuma. Ben hâlâ onu tanıdığımı iddia ediyorum. Ve bence de haklıyım. Güzel kompozisyon yazan çocuk asla kötü çocuk olamazdı.

İyi puanla mezun oldu, iyi bir üniversite kazandı. İyi bir memur oldu. Ben onun daha üst bir görevde olmasını beklerken… Kötü değil tabii ki ama benim beklentim yüksekti. Zaten teklif de etmiş olabilirler. O kabul etmemiştir. O, içine sinmezse kabul etmezdi.

Komedi varsa, ondan keyiflisi olmazdı. Her yerde yapamazdı benzetmelerini; bana gelir, söylerdi. Gelişinden belli olurdu. “Kesin güleceğiz.” diye zaten gülerek dinlerdim. Hiç yanılmadım ki.

Bakışından hüznünü anlar, gülüşünden sahte olup olmadığını sezerdim. Yapmacık bir konuşma tarzı vardı; ben anlardım. “Sevmedin sen onu.” derdim. “Evet.” derdi. O sahte konuşma tarzın bana da geçti. Ben de yapıyorum çaktırmadan kendime.

Öğrenilmiş çaresizlik mi bu, yoksa geçmişten gelen anıları yâd ederken “Bu da senin şerefine, emmoğlu!” mu? Millet anlamaz bakarken. Sen yanımda olup gülerdin, biliyorum.

Sonra askere gitti, ben de mecburi hizmete. Koptu yollar. Hiç kesişmedi, hiç tanışmamışız gibi.

Bir gün Ankara’da, otobüsten dışarıyı seyrederken gördüm onu. Biriyle yürüyordu. Trafik tıkanmıştı, onlar gidene kadar izleyebildim. Yine güzel kompozisyon yazmıştı ki yanındaki hayran hayran bakıyordu ona. O da ona.

Düşünemezdim onu başka bir kızla. Neden acaba düşünemezdim? Ben mi olacaktım yanındaki? Ama hiç irtibat kurmadım ki bol beşli telefonundan. Bilmeme rağmen… Bendim aslında tek bağlantı. Bir “Alo!” deseydim.

Keşkelere geç kalınca “keşke” demek, geç kalmak demekti.

Yıllar geçti. Güzel kompozisyon yazan çocuk evlenmiş, boşanmış bile. Hatta yaşlı bir kadınla yaşıyormuş. Artık ortalıkta güzel kompozisyon yazmaz ama konuşur olmaz zamanla. Zaten kim okuyor ki yazdıklarını benden başka?

Buldukça yazılarına bakıyorum. Gerçek adını kullanmıyor ama ben biliyorum, o “O”. Bildiğim anıları anlatıyor, hep güldüklerimle güldürüyor. Tanıyorum seni.

Uzaktasın fizikî ama yazıların benim evimde, bilgisayarımda.

Saat 9’da gökyüzüne bakıyorum bazen. Bazen de 11’de bakıyorum, bazen uykum kaçınca. Bazen de bakıyorum, ay yok.

Sen de yerinde durmadın güzel kompozisyon yazan çocuk. Kocaman adam olmuşsun. “Kocaman amcalar gibi” derdik hani. Yollarımız hiç kesişmemiş. Kesişse, derdim: “Koca adam gibisin.”

Yok, yok, sen derdin: “Bak, koca adam oldum.”

Trafikte gördüm seni, yan arabadaydın. Kırmızı ışıkta. Ellerin şişmiş gibi geldi bana direksiyonun üzerinden. Kilo mu almışsın?

Yazamadığın duyguların içinde mi birikti? Sevdaların, sözlerin dışa mı çıkamadı? O kadından da ayrılmışsın. Kedi köpek dolu bir evde, şehir dışında yaşamaya başlamışsın.

Yazmayı bıraktın, biliyorum. Karşıma çıkmıyor artık. Oysa sen ne güzel kompozisyonlar yazardın. Hüznün ne oldu acaba?

Yenileri birikti mi üst üste?
Seni yordu mu anlatamayınca?
Dinleyenin mi yok, okuyanın mı?

“Yazar içine kapanık olur.” demiştin ama sen sosyal bir, güzel kompozisyon yazan çocuktun. Hem hayatın içinde hem içine dönük.

Nerede kaldın da böyle oldun, hüzünlü ve yaşlı?

Biriktirme içinde, sen yaz ben okurum.

Bir korna çalsaydım, camı açıp seslenseydim…

Bol beşli telefonu bilip de nasıl arayamadıysam, şimdi de camı açıp seslenemedim aynı sebepten. Belki bana aynı soruyu soracaktın:

“Söyleyebiliyor musun gerçek hislerini?”

Karşındaki bilemez, sen söylemedikçe gerçeği.

Karşılaşamadık ama hâlâ cevabım aynı. Söylemeye söylemeye o kadar unuttum ki anlatmayı… Şimdi başlasam bile çok geç.

Belki üzülürsün buna ama sevin ki o kadar takmıyorum kafama.

Ben senin gibi güzel kompozisyon yazamam, bilirsin. Tak diye bitiririm, bulamam son sözümü.

Hoşça kal, güzel kompozisyon yazan çocuk. Gene bu kadar yakınlaştım sana ama gene ulaşamadım.

Akşam ayda buluşalım.

Aklıma gelmişken, bu ay Sevgililer Günü vardı. AVM’lerde elleri poşet poşet sevgililer vardı. Bol bol selfie çekiyorlardı.

Ben böyle günlerde seni düşünüyorum ve küçük notlarını.

Bazen bir Cemal Süreya şiiri… Ya da senin yazdığın kelime oyunlu sözlerin…

O kadar anlamlı ve değerliydi ki… En pahalı mücevher şu an bile o kadar değerli olamadı, güzel kompozisyon yazan çocuk.

– Baktım, gülüşünden güzel şiir olur; ben de sevdim gitti.
– Aklıma bile gelmiyorsun artık, o kadar kalbimdesin ki…

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version