Haddini Bilmek

Neşe Kayan 625 Görüntüleme 2 Yorum
3 Dak. Okuma

Had kelimesi “sınır, uç, derece” gibi anlamlara gelmektedir. Biz bunu genellikle tartışmalarda karşı tarafı uyarmak için cümle içerisinde kullanırız, ne deriz: “Haddini bil, yoksa ben bildiririm!” Birçok konuda olduğu gibi kendimize dönüp bakmayız, karşı tarafın haksız olduğunu öne sürerek durması gerektiğini düşünürüz. Ben bugün bu kelimeyi biraz farklı açıdan ele alacağım.

Sorulduğu zaman hepimiz bir kırmızı çizgimizin olduğunu belirtiriz, hatta bunu üzerine basa basa söyleriz; “Benim şöyle kurallarım var, şöyle kırmızı çizgim var, bunların aşılmasından, sorgulanmasından hiç hoşlanmam” gibi. Bunları genellikle karşı tarafın dikkatli olması için söyleriz. İnsanlara haddini bilmesi konusunda uyarılarda bulunurken, sınırlarımızı aşmamalarını söylerken biz ne kadar haddimizi biliyoruz?

Haddimizi bilmeyi sürekli karşı tarafla ilişkilendirmek yerine biraz da kendimizle ilişkilendirsek nasıl olur? Mesela yarın önemli bir işimiz var ama biz gece geç saatlere kadar geziyorsak, eğleniyorsak, yarını düşünmeden nefsani şekilde anlık hareket ediyorsak¬, “sabah olsun da bakarız” diyorsak ve sabah da yorgunluktan kafamızı kaldıramayıp önemli işimizi de yapamıyorsak ya da işe gidip de yorgun ve verimsiz şekilde çalışıyorsak şahsımıza karşı haddimizi aşmışız demektir.

Daha önceden aldığımız otobüs, feribot vs. biletinin dönüş saati yaklaştığı halde “amaan bişey olmaz, yetişiriz” deyip son ana kadar oyalanıyorsak, feribotun kalkması yaklaşınca da panikle koşturarak zar zor yerimize yerleşiyorsak haddi aşmışız demektir.

Birçok çeşit yiyeceği bir arada gördüğümüzde, fazla yiyince rahatsız olacağımızı bildiğimiz halde görmemişler gibi ondan bundan ölçüsüzce yiyip içip sonra da fenalaşıp pişman oluyorsak haddi aşıyoruz demektir.

Bir işe dalıp temel ihtiyaçlarımızı öteliyorsak, “önce işimi bitireyim de yemeğimi öyle yerim, namazımı öyle kılarım, iş bitmeden içim rahat etmez” şeklinde kendimizi sınırlandırıyorsak, hırs yapıyorsak, molalar vererek çalışmanın daha verimli olacağını düşünemiyorsak, bedenimize, ruhumuza zulmetmiş ve haddi aşmış oluruz.

Bizi dışarıda bir arkadaşımızın, ailemizden birinin beklediğini bile bile başka bir yerde başka biriyle lafa dalıyorsak, hastane kontrolü zamanı geldiği halde gitmiyorsak, son ana kadar durup acilden giriş yapmak zorunda kalıyorsak, doğal afetler yaşayınca Yaradan’ı hatırlayıp ibadete yöneliyor, etkisi geçince tekrar eskiye dönüyorsak haddi aşmışız demektir.

Sırada bekleyen başka işlerimiz olduğu halde telefon muhabbetlerini uzatıp diğerlerini aksatıyor sonra da sıkışıyorsak, hasta olacağımızı bile bile o kocaman dondurmayı yiyip arkasından buz gibi suyu içip ertesi gün de, “nerden yedim o dondurmayı, içmez olaydım o kadar soğuk suyu” deyip yataklara düşüyorsak haddimiz aşmışız demektir.

Telefonumuza alacaklar listesi yapmayıp, eve gelince de, “tüh yaa şunu da alacaktım” deyip dövünüyorsak, kredi kartını “bedava para” olarak görüp gereksiz harcamalar yapıp ödeme zamanı gelince de karaları bağlıyorsak… ve daha bunlar gibi hayatımızdan onlarca örnek..

Yukarıdaki durumları hayatımızda tabii ki zaman zaman yapacağız ama bunlar alışkanlık haline geldiğinde, hayatımızı esir aldığında, hayatımız rayından çıktığında da suçu başkalarına atmayacağız, Allah musibet verince isyan etmeyeceğiz, dönüp kendimize bakacağız, nefsimizi sorgulayacağız ve diyeceğiz ki, “Ben bugün haddi aşacak ne yaptım?”

Vesselâm.

Bu İçeriği Paylaş
Yazan Neşe Kayan
Bağlantılar:
Öğretmen / Yazar
2 Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version