Hani Nerede Sınırlar?

67 Görüntüleme
4 Dak. Okuma

Yapmak isteyip de beceremediğimiz, belki de yeterince istemediğimiz… “İstedim ama olduramadım.” dediğimiz ne çok şey var şu hayatta. Amaçlar, hedefler ve dahası: sınırlar…

Bugün biraz sınırlarımız üzerine konuşalım istiyorum. Çizgiyi bir türlü belirgin çizemediğimiz nice sınır var şu yaşamda. Başkalarına karşı “kırarız, küstürürüz, aman üzülürse…” diye koyamadığımız sınırlar çat diye, acımadan yüzümüze çarpıyor ama!

Aslında şöyle ki: Başkalarına “dur” diyemeyen çoğu kimse, kendine de “dur” demekten aciz bireylerdir. Şimdi böyle büyük büyük laflar edince kulağa acımasız geliyor, biliyorum. Elbette üstünüze alınmak istemeyeceksiniz ama inanın, ben de çoğu zaman kendine sınır koyamayanlardan oluveriyorum.

Sınırlarımızı belirlemenin temelinde kararlılık yatar. İstikrarlı duruş ve süreklilik ancak sınırlarımızı sağlamlaştırabilir.

Şöyle bir kendimize bakmakla başlayalım işe. Diyelim ki rahatsız olduğun bazı alışkanlıkların var. Örneğin, çok şeker tüketiyorsun. “Şeker” derken, karbonhidrat bazlı gıdaları da dahil ediyorum. Sonra bir bakmışsın, vücutta bir şişlik, koca bir göbek yahut sana ağırlık veren bir yorgunluk hâli belirmiş. Bunların beslenme düzeninle alakalı olduğunu da fark etmişsin. Etmişsin etmesine ama “dur” demek zor geliyor. Habire yiyorsun. Durun yok, durağın yok… Hani nerede sınırlar?

Kendine bile sınır koyamazken, hayatında değişiklikler isteyip istikrarlı davranamazken, kime “dur” diyebilirsin?

İnsanoğlunun önce kendine karşı sorumluluklarında iradesine sahip çıkması, istikrarlı olması şart! Yoksa kim dinler seni? Bir kere kendine sadık olmayan, sürekli esnek davranan insan fazlasıyla rahattır.

Tamam canım, üç günlük dünyada kimse sana sürekli sınırlar çiz demiyor. Ama azıcık da dengen olsun be kardeşim(!)

Farz et ki toplum içinde, kalabalıkta seni yaralayacak, incitecek bir espri yapılmasını istemiyorsun. Kim hoşlanır ki zaten bundan? Bir arkadaşın geldi, patlattı ensene! Ses çıkarmadın, bozuldun ama karşı taraf pek anlamış gibi değil. Ne olur biliyor musun? Sen tepkini koymaz, rahatsızlığını dile getirmezsen, ne yazık ki durum tekrarlanır.

Elbette kimse sana “Arkadaşınla, eşinle, dostunla küs kal.” demiyor ama bir tutumun, bir tavrın olacak. Ve bu konuda tutarlı olacaksın. Diyelim ki anlattın ama karşındaki “Tamam canım, sen de abarttın.” dedi. Sonra benzeri bir durum daha yaşandı. Demek ki ilk olaydaki tepkin yeterli gelmemiş. O hâlde daha net, belki daha sert bir tutum sergileyeceksin. Baktın olmuyor, üçüncü bir şansı vermeyeceksin.

Unutma, sen herkesi kabul eden tekke değilsin!

Atsan atılmaz, satsan satılmaz kimseler de var tabii. Aile bireyleri mesela… Bilhassa çocuklarımız. Hata yaptı, tekrar etti diye “Ben bu çocuğu bırakıp giderim.” diyemezsin ki. O hâlde ne yapmalı?

Sınırların en başından net olacak. Yumuşak karnını yakaladı mı, inan bu durumu beş-altı yaşındaki çocuk bile kullanıyor.

Elbet ben de bu konuda mükemmel değilim. Kel de kendi merhemini başını sürmekten aciz. Ama yine de var kararlı olduğum noktalar, bir kısmınıysa ben de sizlerle yolda öğreneceğim.

Neyi yapmaması gerektiğini insanlara öğretemeyiz. Ancak nelerin bizi etkilediğini dile getirebilir, nelerden rahatsızlık duyduğumuzu gösterebiliriz. Yalnız bunu, onların hayatlarına doğrudan müdahale ederek değil; özgürlük alanlarımızı anlatarak başarabiliriz.

Özgürlüğün, başkalarının sınırlarını ihlal ettiği anda bittiğini söyleyebiliriz. Örneğin, ortak bir alanın dağınıklığı özgürlük değildir; aksine başkasının özgürlüğüne saldırıdır.

Demem o ki: Saldırının olduğu yerde kaos başlar. Kaos da bizi savaşa sürükler.

O hâlde azizim, kendi sınırlarını belirleyecek olan ne kadar sensen, başkalarının sınırlarını da aşmayacaksın!

Ne demişler? “Hayata karşı tavrımız, hayatın bize karşı tavrını belirler.”

İnsan da böyledir: Karşıdakinin bize olan tavrını belirleyecek olan yine bizim sınırlarımızdır.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Öğretmen / Yazar
Yorum yapılmamış

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version