Türk edebiyatında 1950’lerden beri kadın öykücülerin sayısında artış olmuştur. Yazma yeteneği cinsiyetlerden birine verilmiş bir yetenek değildir. Kadınların “kadın yazar” kimliği ile eserlerini oluşturmasında Batı’da gelişen feminist hareketlerin büyük bir payı olmuştur. 1960’lı yıllara kadar “kadın yazar” imajı yeterince belirgin değildi. 70’li yıllardan itibaren kadın öykü ve romancıların sayılarında artış olmuştur. Kadın öykücülerin eserlerinin merkezinde, bir birey olarak toplumda yer alma mücadelesi ve bu bağlamda toplumsal baskının altında ezilen ve kendini var etme girişiminde bulunan kadın kahramanlar yer alır. Selçuk Baran da bu öykücülerden biridir. Öykücülüğün zirvesindeyken yazmayı bırakan Selçuk Baran’ın neden bıraktığı merak konusu olmuştur. Bir sanatkârın yazmayı bırakması, susması edebiyatın ilgi çekici, çok merak edilen, soru sormayı kışkırtan olaylardan biridir. Neden yazmaktan vazgeçilir? Neden susulur?
Enrique Vila-Matas – Bartleby ve Şürekası (çev. Tülin Şenruh, Doğan Kitap, İstanbul 2000) kitabında, Herman Melville’in Katip Bartleby’si, New York’ta bir büroda çalışmaktadır. Çalışmak aslında doğru kelime değil. Çalışması için işe alınmış ama hiçbir iş yapmayan biridir. Bir şeyler anlatması veya yapması istendiğinde söylediği tek cümle “Yapmamayı yeğlerim”dir. Gazete okumaz, çay kahve içmez. Kimseyle konuşmaz, sosyalleşmez. Ayrıca büroda yaşamaya başlar. Hatta pazar günleri bile bürodan çıkmaz. Ne kim olduğunu söyler, ne de nereden geldiğinden, ailesinden, akrabalarından bahseder. “Yapmamayı yeğlerim” der ve başka bir şey yapmaz. “Bartleby Sendromu”na tutulan yazarlar da tıpkı bu öykü kişisi gibi “yapmamayı” yani yazmamayı yeğlemiştir.
Sanatkâr, yeteneksiz olduğu için yazmayı bırakabilir. Ancak daha sıra dışı olan ise yazarın ustalığına, iyi üretmesine rağmen yazmayı bırakması, susmayı tercih etmesi ve eserini küçümsemesidir.
1970 sonrası Türk öykücülüğünde iz bırakmış kadın öykücülerden biri olan Selçuk Baran da yazarlığının neredeyse zirvesindeyken yazmayı bırakıp susanlardandır. Sanatsal değerleri yüksek eserler üreten Baran’ın yazmama gerekçesi göz önüne alındığında onun da Katip Bartleby Sendromu’na tutulduğu akla gelir. 2000’li yıllarda olduğumuz bu zaman diliminde biz “kadın yazar” sayılır mıyız bilemiyorum ama “yazan” olduğumuz daha belirginken, önümüzü açan kadın yazarlarımızdan olan Selçuk Baran’ın neden böyle bir seçim yaptığını hep merak etmişimdir doğrusu.
Katip Bartleby’nin YouTube’da kısa filmi de var. Ben izlerken içime fenalıklar gelmişti. Aynı his ince kitabını da okurken oldu. Bir kitap kulübündeydim ve okumaya ant içmiştim. Öte yandan okumazsam da merak edecektim. İyi ki okumuşum.
Ömer Solak tarafından yapılan kapsamlı bir araştırma; “Selçuk Baran Öykücülüğü: Çıt Çıkarmayan Bir Ağlayış Gibi” adlı incelemesiyle 2014 yılında Kesit Yayınları tarafından basılmış. Kendi gibi hassas başlıklar bulmuşlar. “Bir Solgun Resim: Selçuk Baran’ın Öyküleri” A. Mecit Canatak tarafından kaleme alınan kitapta, araştırma niteliğinde hazırlanmış, hayat hikâyesine yer verilmiştir. Ayrıca Selçuk Baran’ın yazma serüveni ve eserleri, psikolojisi, doğa sevgisi incelenmiştir. Selçuk Baran öykücülüğünün en önemli özelliklerinden biri, öykülerinin merkezine insan ve insan ilişkilerini yerleştirmiş olmasıdır. Yazar, aşk ve aile ilişkisi üzerinde özellikle durur. Kendi hayat hikâyesinde de aldatılma, yalnız kalma ve en çok mutlu olduğu anlar ailesiyle olduğu anlar; kızları ve torunları geldiği zamanlardır. Temaları; bireyin yalnızlığı, hayata dair beklentiler, mutsuz evlilikler, tutkular ve iletişimsizlik, kuşak çatışması, çaresizlik, çıkışsızlık, hayal kırıklıkları, geçmişin hayalini kurma, geçmiş ile yüzleşme, yaşama arzusu, modern bireyin sorunlarıdır.
Zamanımız için gayet doğal geliyor bu temalar; oysa 70’lere göre ne kadar yenilikçi ve ne kadar fazla. Bu dünya hassas kalpler için ne kadar zor bir yer, diye boşa denilmiyor demek ki. “Edebiyatçılar arasında kabul görmedim, ben de onları kabul edemedim” der ve yazmayı bırakıp kabuğuna çekilir.
“İnsanların size nasıl davrandığını veya sizin hakkınızda söylediklerini değiştiremezsiniz. Yapabileceğiniz tek şey, buna nasıl tepki vereceğinizi değiştirmektir.” – Mahatma Gandhi (Hindistan’ın ve Hindistan Bağımsızlık Hareketinin siyasi ve ruhani lideri. Gandhi felsefesi, mücadelenin kendi iblislerini, korkularını ve güvensizliklerini yenmek olduğunu belirtmiştir.)
Hepimizin bir yaşam gayesi var. Tepkilerimiz, geçmiş yaşamımızdan gelen güce veya zayıflığa bağlı olarak farklılık gösterir. Birileri “hükümet gibi kadın” olurken birileri çok daha zayıf olabilir.
Son zamanlarda sosyal medyada sıkça dolaşan bir yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum.
– Aldığım en değerli tavsiye: “Sana ait olan hayatı, başkalarını memnun etmek için heba etme.”
– Kırılan insan değişir. Değişen insan güçlenir. Güçlenen insan umursamamayı öğrenir.
Hassas kalpleri hep kadın diye göstermeyelim, değil mi? Bu ay hep karşıma çıkan “Zeynep Beni Bekle” şiiri, Attila İlhan. Elde Var Hüzün şiir kitabında var. Bütün şiiri burada yazmayacağım ama neden bu kadar geç çıktın karşıma?
“Zeynep beni bekle mutlaka döneceğim,
Söyle kim önleyebilir buluşmamızı?”
Şiir yazmak da tabii ki hassas kalp ile şekilleniyor. Kadın olsun erkek olsun, duygusal insanlar bir de edebiyatla ilgililerse güzel kelimeleri doğru yere yerleştirip, daha anlamlı hale getirip, içimize ılık ılık akmasını sağlıyorlar. Öyle bir harmanlıyorlar ki, sizinle hiç alakası olmasa bile empati duygusuyla sonsuza dek iliklerimizde hissedebiliyoruz. Boşuna dememişler “Dünyayı güzellikler kurtaracak” diye.