– Ait olduğun yere hoş geldin, diyor dimağım…
– Sana ne oldu böyle? Burada ne arıyorsun? der gibi…
İnsanı en hızlı şekilde geçmişe yolculuk yaptıran bir koku mu yoksa piyano tuşlarında yanlış notalara basılmış fakat kalpten çalınmaya çalışılan bir şarkı mı hatırlanan?
Normal bir insanın dikkatini en fazla beş dakika verir ve dağıldığını varsayarsak, tezahür ettirmenin sırrı olarak kullanılmamalı bu hatıra üşüşmeleri…
Bir şeyin çekim alanına girmesi ve orada kalması için altmışsekiz saniye olduğuna inanan ben…
Bedenimden geçen dalga frekanslarının canlandırmalarını gerçekmiş gibi niye tezahür ettirir ki yaşamım kıyısında baktığım, o örülmeye başladığı varlığı olabilirlikle inanmaya yüz tutmuş o halin hatıra aralıkları, göz yummayacaksın… Göz yummayacaksın, derken…
Bırakalım, gitsin, sıkmayalım demez ki bu hatıralar. Uyuyor numarası yapalım uyananı da yad edip karar alalım dercesine de bir o kadar susarlar…
Hatıralar arasında cümleler kurarım. Nedensizce gidenlerin vardı ki, ne değişti dersen hatıralarda yahu, bırak elbette ki bahaneleri olacak en uzun cümlelerin…
– Peki.
– Olur.
– Üç nokta…
Hatıralar kalınca mı geçer, yaşamın kıyısında…
Gidince ve dinlenince değil belki…
Bunu en iyi bilenlerdenim, kim bilir?
Hatıra kıyıları, aklın bir köşesinde şüphesiz ağır gelen, en ağır buluşmaları bir gece vakti, bir sahil kenarı bir bankta tek başına oturuşta, başını öne eğerken, göz yaşı süzülürken kendini ele verir.
Geçmekte olan sen misin hatıralarını?
Geçmekte olan sanırsın hatıralarını, hatıranın kıyısından… Akışın yanlış mekan zamanı, eşyası, yanlış gerçek kişisi durum sebebiyle aniden, kıyısından dönen o manevrası insana…
– Kal orada kal! diye komut verip, şaşırtır mantığı… Kalbi büker, zamanın içinden kırar da zamanı, mantıkta bırakmaz en doğal haliyle…
Nasıl da döner aklın kıyısından, silemiyorsun gözlerinden iz düşümüne o kareleri…
Yaralarını mı bantlamalısın yoksa gözlerini mi!
Gözlerimin kıyısında bir deniz feneri üzerinde uçuşurken kuşlar sanki üzerime üşüşür, teknelerin sabah vakti açılış sesleri bir yandan doğal bir koro oluşturur, bir yandan yarım bir ada üzerinden bir o burundan, bir o burun ucuna baktığında, hangisi sızlar hoşça kal ülkesinin geçmiş zamanı mı? Gözlerimin kıyısından, burnumun kenarına süzülen bir gözyaşı pınarını mı düşünmeliyim.
O eski defterlerin kıyısından bile yırttıysan ellerinle kuvvetli, hatıraları sökmek bir marifet işidir yerlerinden, sayfalar havalansa da rüzgarda kalbinin duvarlarına vuran fırtınaları iklimlerde öylece kendini boşluğa bırakmış gözlerinin feri hatıraları belli etmedikçe kimseler pek önemsemez…
Yine de diyemezsin. Hatıraların kenarından geçerken o esintinin geçişlerinde üşüdüm diyemezsin.
Öyle bir hüzünle üşünür ki, esasen üstünü de örtemezsin. Üstünü örtemezsin de…
Geçmişin çocukluğu mu yeter, şefkati mi, mutluluğu mu? Mutluysa alınan kararların bağımsızlığı az biraz durum hafifletilebilir, kimi zaman öyle olur işte, hatıralar kıyısından ağlarken bile itina ile gülümsenir.
Hatıra üşüşmesi sadece sahibine mi aittir.
Uzağa dalınan varılan düşüncelerin silsilesi, bir yüksekliğin deniz seviyesi sorgulamasında, keskin bağların ifadesine dağılmayan bir bulut yoğunluğu inmez mi dağların ardına…
Anlarda hangi kişisel hesabımız kiminle varsa zihinsel batışın son cümlesi kıyısında donakalmaz mıdır?
Güneşin sarısı, hatıra kitabının altını çizgi çizgi çekmez mi ışıklarından gözlerine, işte dersin o hatıraydı.
Ne kadar cazibesiz, soğuk, boğuk anılar varsa def et gitsin.
Bunca vakitten sonra hatıralardan bütün güzel şeyleri kendim için istediğimi de fark ettim.
Kendime telkinde verdim.
– Sana hep çiçekli yollardan yürümek yakışır. Sana hep çiçekli yollar…
Çiçekli yollardan geçerken birden ruhun çiçek açar ve unutma sonra solar.
– Sevme o çiçekleri sevme, bakma o çiçeklere… diyen birinin yüz ifadesini anımsarım birden, hatıraları arasında nasıl da düşünmüştü o karanlık hatırasını ve zihni ne zamandan beri bu sözü ifade edecek kadar sevgisizleşmişti düşünürüm. Ne kadar sevgisizdi, ne kadar insan?
Nasıl da ifade edebiliyordu direkt yaşamın gerçeğine özünü soğutarak kalbinden sevmeyerek bakabilmişti ki o insan…
O da hatırlamıştı belki,
Hiç çiçek almadığını ya da çiçek verenin önünde o çiçekleri yere fırlattığını ve çiçeklerin asfalt kıyısına dağılışını, onları birer birer ayağıyla hissiz ezişini… Yemek yaparken yaprak sarışını…
Kadının yaprakları sarışı belki onun yaprağa bile değer vermeyişi, emeklerinin çiçekleriyle ya da asma dallarından koparışının emeklerinin boşuna oluşunun hatırlanması yapraklarla savaşının ve balkonda çiçekleriyle barışamayacağının belki aniden beliren ilk kanıtıydı. O da onun hatırasıydı. Şimdi napalım?
Sekiz on senedir birlikte olan çiftler, romantik akşam yemekleri sırasından sonra gelen sürpriz teklifleri yakamozlu deniz kıyısında yakalarken ya ne oldu! diyelim.
Adam kadının kulağına eğilip,
– Ne kadar güzelsin… dediğinde.
Kadın adamın birinci yılında daha tutkulu olduğunu vurgularken inci kolyesi kumsalda nasıl da boncuklarla saçıldı gördüm. Olacak iş değil. Bu da onların hatırası kaldı deyip, geçtim gittim sahilin kıyısından… Ben şahittim, ben de vardım sahilde…
Sadece bir kaçamak mıydı, ilişkinin kıyısı…
Sürecekmiş gibi başlayan, devamı gelecekmiş gibi kandırılan bir döneme imza atan kişilerin arasında adının geçmesi…
Belki sadece bir sorumluluktan kaçmanın da ötesi heyecanı tatmanın kıyısında, olasılıklar dünyasına maceraca yenilmek ve bir türlü bitmek bilmeyen, başlayan hatıra üşüşmelerinin o kıyıları…
Silinmesi gerekir gözlerinden, o film sahnelerinin hiç başlanmamasının bir direnmesi hikmetiydi belki de.
Nasıl da inatçı çıkmaz sokaklardır ki, o hatıralar denize çıkan her sokağa bu kadar zaaflı iken…
En sevdiği insanın yıldız tozu olması… Bizler sadece bir yıldız zerresiyiz hatta tozuyuz hatırladıklarımız, hatırladıkça yazdıklarımız, manaları anlamları yazılara tarifiyle dökülen… Hepsi bu kadar basit ve yalın da diyemem kolay değildi zamanı bile kırabilen bir gökyüzü yansımasının matematiğini özümseyerek anlatabilen kaç kişi kaldık hatıralarda bir düşünürsek!
Hava alanı buluşmaları, rezonans kanunlarını harekete geçirir derler, yarım kalmış telefon konuşmaları, elektrik kesintileri her bir hatıranın retrosuna mı denk gelir, sorarım da kendime…
Ya bir duyumsama da bağ kesme çırpınışlara açılan anların,kulağa yakınlaştırınca büyük bir deniz kabuğundan duyulan o eşsiz uğultuları… Yürünen o yollarda ayağa batan o çakıl taşları.
Demişti ki bir gün…
– Sen zor bir insansın, beni zorlayabilirsin… Beni zorlarsın!
Beynim de yankılandı, o gün o cümleler…
– Seni kanırtırım ve yaralarım da… demiştim. Bahsetme geçmişten, geçmişte olan her şeyin içine girip girip, kıyısından olanları bahsetme… Değiştiremedin yönünü şu hatıraların ve şimdi dile getirip bahsetme…
Sadece o da fark etti o an… Ve şaşırdı, anlamıştı yara almıştım ve çok sevmiştim anladı…
Ve sonra elbet düşündü onca tek başına yazılacak bir hatırayı nasıl da bir oyuna dönüştürdü!
Aklım yerinde değildi bir zamanlar deyip geçtim üzerinden.
Bütün güzel şeylerin başlangıcının dileğinin kendime olması için dua ettiğimi de bilirim.
“Tüm hatıralarımın yalnızca en iyisi kalsın Tanrım. Hükmüm kalır mı? Onu unutursam ve umursamazsam, iyiyi iyi eskiten sonra daha iyiye ulaşan hurdacı bir akla köşe yapmış bir anının ruhunun izini daha yukarı çıkarmanın tek bir basamaklı bir dilekçe manası var mı?
Sana ellerimi açtım unuttur bana yalancı tekinsiz tüm hatıralarımı… Bilirim yalancılar yalanlarıyla eğlencelidir. İlahi plan tecelli ettiğinde baştan yaz, nehirler aksın üstünden zaman geçsin arındır tüm şarkıların makamına saklandığında anlat bana hatıralarımın yepyeni olan umutlarını…
Bana çiçekli yollardan yürümek yakışır. O bilindik kalp atışları yola çıkmadan başlar inanırım. Yaşamın kıyısından hayatın şarkısına bir fon oluşturur. Kainat gülümser, hatıralar diyarından hoşça kal der ülkesine, hem de en kıyısından unutarak baktığımda… N’olur kabul et duamı.
Hatıraya mı, takatim yok Tanrım!
Seni ayağa kaldıracak her iyi bir hatıra, mucizelerin en güzeline karşılık gelmeli, mucizeleri ile karşılamalı…”
…
Sahibinden kıyaslanamayan ve takas edilemeyen hatıralarım var ve hiç yaşanmadı.
Saygılarımla.