Söyleyene mi, söylediklerine mi inanmak isteriz insanların acaba çoğu kez? Nelerden ve kimlerden medet umarız çaresiz hissedince kendimizi? Hayal midir gerçek midir yaşadıklarımız, sorgular dururuz.
Kenan’dan ayrılalı daha bir hafta olmuş,en yakın arkadaşım Sibel’le birlikte Taksim’deki Melekler Kahvesi’nde almıştık soluğu, acaba bu ani ayrılığın altında yatan sebep bir başka kız mıydı, yoksa başından beri beni sevmeyen o çok bilmiş sonradan görmüş annesi mi? Bunun sebebini o zaman ki aklımla falcıların kahve fincanında göreceklerine inanmakta aramam doğaldı sanırım. Yaş 17, gerçekler ve hayaller birbirine karışmış, akıl seyahate çıkmış haldeyken, hüngür sümük her kızın yaptığı ve moda olduğu üzere koşturup gidip falcıların sözlerine inanmak, o safsatalardan medet ummak ne ahmaklıkmış anlamam uzun sürmedi neyse ki, ama şunu da inkar edecek değilim, bir yılımı harcadım, ellerim bomboş, kafam sarhoş misali neredeyse her gün falcı falcı dolaştım. Kenan’ın tekrar koşup bana gelmesi için totemler yaptım, dualar ettim, adamın peşinde gölgesi gibi dolaşıp takip ettim.
Liseyi bitirdikten sonra ilk yıl kazanamadığım üniversite sınavını kazanmak için o yıllarda her öğrencinin yaptığı gibi dershaneye gitmem gerekiyordu bunu yapmak için de çalışmam tabii ki, bu yüzden hiç vakit kaybetmeden Şişli’de bir butikte tezgahtar olarak işe girmiştim. Böylece hafta sonları da dershaneye gidebiliyordum. Hayat benim için iş, ev, dershane rutininde geçiyordu. Bir gün benim gibi tezgahtar olan iş arkadaşım Nalan’la öğle yemeği yerken yan masadan pis pis bakıp sonra da göz kırpma teşebbüsün de bulunan çocuğun koluna elimdeki çatalı batırıvermemle hayatım değişti. Acı içinde gülmeyle karışık, yanında ki arkadaşına da güya karizmayı çizdirmeden “Kızım sen deli misin Allah aşkına, hayatında hiçbir erkek sana göz kırpmadı mı?” diyerek ona çatalı batıran elimi tutmasıyla benim onun okyanus mavisi gözlerinde kaybolmam sadece birkaç saniye sürmüştür sanırım. Ah Kenan ah!.. Sen mi girdin hayatıma ben mi alıp koydum seni yüreğimin en baş köşesine, hâlâ bilemedim?
Ne garip tanışma hikayesi değil mi? Sizin için olmasa bile benim için öyle. Bu şekilde başlayan tanışma hikayemiz fırtınalı ve tutkulu bir aşka dönüşmüştü. Kenan üniversitesiyi bitirmiş, eniştesi Yavuz’un yanında staj yapıyordu. Benim sınavlara hazırlanmamda emeği ve desteği de çoktur inkâr edemem. Kenan da eniştesi Yavuz gibi inşaat mühendisiydi. Bizim iş yerimize yakındı eniştesinin iş yeri de. Böylece birbirimizi rahatlıkla görebiliyor hemen hemen her öğle yemeğini de birlikte yiyorduk. Her şey bize göre güllük gülistanlık olsa da eniştesi sayesinde beni merak eden annesi nihayet bir gün öğle yemeğinde bize katılıverdi. Kenan’la ilişkimizin beşinci ayıydı, kadın oğlunu kapacağım diye korktu her haldeki hiç vakit kaybetmeden aklı sıra bana ayar verdi. Tanışma esnasında üstten üstten süzdü önce beni, sonra oğluna göre epey kısa olan boyumu ölçtü gözleriyle ve oğlunun yanına, benim tam karşıma oturdu.O gün gerginlikten yemek mi yedim, yoksa bakışlarıyla beni çiğ çiğ yiyen annesinin geviş getirmesini mi izledim yoksa sınavlardaki gibi “D) Hiçbiri” şıkkını mı işaretledim!..
Yaşadığım zamanlarda bana acı veren hatıralarımı şimdi size gülerek anlatıyorum. Bu tanışmadan sonra Kenan’a bir tuhaf haller olmuştu. Eskisi gibi değildi, soğuk ve mesafeliydi bana karşı, birkaç haftayı benimde ders yoğunluğum falan derken oluruna bıraktım, umursamaz görünmeye, aklımca anlayışlı olmaya çalıştım, geçer sandım geçmedi bu halleri!..
Artık patlama her an olabilirdi, Kenan’ın bana ”Olmuyor Leyla, ayrılmalıyız birbirimize uygun değiliz” demesini bekliyordum kendimce. Seviyordum Kenan’ı ve onu kaybetmek istemiyordum ama benden ayrılmak istediğini ya da buna zorunlu bırakıldığını da hissediyordum. Daha birkaç aylık çiçeği burnunda bir ilişkiye müdahale eden annesi bunu neden yapsın ki, dedim önce. Beklediğim konuşmayı yapmasına gerek kalmadan bana olan tavırları gitgide çekilmez bir hâl alan sevgilimden duygusal olarak kopmaya başladığımı hissetsem de ayrılığı kaldıracak güçte değildim.
Üniversite sınavına sadece birkaç ay kalmıştı, iş çıkışı (Kenan da bir haftadır memleketi Rize’de olduğu için) direkt eve gitmiştim, akşam yemeğinden sonra hemen oturup test çözmeye başlamıştım, telefonumun sesiyle kendime geldim, arayanı görünce yüzüm aydınlandı resmen. Sırıtarak açtım telefonu:
– Efendim sevgilim,
– Merhaba canım, seni çok özledim bir sesini duymak için aradım.
– Çok iyi ettin, ben de seni özledim. Ne zaman dönüyorsunuz? İş, ev, dersler her şeyden sıkıldım ve bunaldım, bir an önce gelmeni bekliyorum.
– Bende bu yüzden aradım, maalesef bir hafta daha buradayım, sonrasında acısını çıkarırız merak etme, sık dişini az kaldı, dedi.
Sesimi toparlamaya çalıştım, hafifçe boğazımdaki gıcığı geçirir gibi kazındım ve cevap verdim:
– Evet haklısın, acısını çıkarırız, babam sesleniyor şimdi kapatmalıyım sonra görüşürüz, dedim ve telefonu kapatınca sinirden bir güzel oturup ağladım.
Bu konuşmadan tam üç gün sonra Nalan bir sabah işe gelir gelmez dün akşam Kenan’ı kalabalık bir arkadaş grubuyla Nevizade’de bir mekândan çıkarken gördüğünü, belki de Rize’den erken dönüşünü bana sürpriz yapıp bugün öğle yemeğinde pat diye karşıma çıkıvereceğini düşündüğünü söyledi. Önce çok şaşırdım ve sinirlendim, sonra ise Nalan’ın söylediği gibi sürpriz yapmak istediği için gelişini söylemediğine inandım. Tüm gün elimde telefon bekledim, hatta öğle yemeği için çıktığımızda, eniştesinin iş yerinin önünden bile geçtik Nalan’la, ama yoktu…
Akşam oldu, işten çıkma vakti geldi Kenan yine yoktu.Yolda sinirim belki geçer diye oyalana oyalana eve gittim, ama saatler geçip Kenan hâlâ aramayınca bu defa hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapıp ben onu aradım. Telefonu ikinci çalmasında güler bir ses tonuyla hemen açtı:
– Merhaba Leyla’cığım, bugün o kadar koşturdum ki anlatamam, buralar İstanbul gibi değil tabii ki, bazen bir işi halletmek için daha fazla mesai harcamam gerekiyor, falan filan diye konuşmasını sürdürdü. Kan beynime sıçradı ama sabrettim, sadece:
– Heee, sen hâlâ Rize’desin yani, dedim. Cevabı hazır bir şekilde ve beni azarlar gibi bir tonla:
– Sen benim söylediklerimi dinlemiyorsun herhalde,daha yeni söyledim sana bir hafta daha burada olduğumu, deyince “tamam canım, yoğun ve yorgunsun anladım “diyerek telefonu kapattım. Gözlerim dolmuş ama bu defa ağlamamıştım. Hemen Nalan’ı aradım olanı biteni anlattım. Kenan bana yalan söylüyordu, hemde hiç çekinmeden yapıyordu bunu, o konuşmadan sonra ilk ve son görüşmemiz Kenan’ın bana ayrılık konuşmasını yaptığı gün oldu. Yani bu konuşmadan sadece beş gün sonra.
Sanki birbirini seven değil de birbirinden nefret eden insanlarmışız gibi hissettim o gün kendimizi. Sabahtan telefonla arayarak; “Bugün öğle yemeğini baş başa yiyelim yanında kimse olmasın” dedi ve daha önce hiç gitmediğimiz bir yerin konumunu attı. İçimden yalanlarını yüzüne vurmak için inanılmaz bir öfke duyuyordum, öğleni zor ettim ve dediği yere gittim. Elinde bir buket papatya vardı, beni görünce yerinden kalktı o güzel gözlerini gözlerime değdirmeden yanağıma küçük bir buse kondurdu ve çiçekleri bana uzattı. Beklemediğim bu durum karşısında biraz yumuşar gibi olacaktım ki hemen kendime geldim ve sadece teşekkür ederek oturdum. Bizi bekleyen garsona yemek siparişini verdik, biraz lafladık yalan dolan şeyler anlattıkça ve bunları bana sanki gerçekmiş gibi süsledikçe tırnaklarımı kemiriyor adeta golümü atmayı bekliyordum. Kenan’da artık sıkılmış olacak ki, lafı daha fazla dolandırmadan saadete geldi ve işte sadece o an gözleri gözlerime son bir kez daha değdi, hemde buz gibi derin ve soğuk…
– Leyla, hiç uzatmayacağım çünkü bu konuşmayı yapmak benim için oldukça zor, seni gerçekten sevdim ama seninde hissettiğin gibi yolun sonu geldi bizim için, artık sana ve ilişkimize dair hislerim eskisi gibi değil, seni kırmak ya da incitmek istemiyorum. Her şey güzeldi ve artık bitti, deyince beklediğim anın gelmesinin verdiği o ruh halimin yansımasıyla, önce derin bir nefes aldım ve başladım içimdeki birikenleri haykırırcasına bağırmaya:
– Kenan, bunları geçsek de gerçeklere gelsek, mesela senin geldiğini söylediğin zamandan günler önce İstanbul’da olduğundan ve bunu bana neden söylemediğinden başlasak, deyince afalladı. Kendinde bulduğu ani cesaretle yumuşak tavrından sıyrıldı ve ”Evet, geldim buradaydım, bunu sana kim ne şekilde eriştirdiyse al işte ağzımdan da duydun, sıkıldım Leyla sıkıldım bu kadar basit. Ayrıca hayatımda da kimse yok, yeri gelmişken bunu da bil diye söylüyorum.” dedi ve ardına bile bakmadan gitti. Hırsımdan deliye döndüm, beni doğru düzgün bir açıklama bile yapmadan orada öylece bıraktı. Olanlara inanamıyor yaptığı haksızlık karşısında sadece ağlıyor ve aklı sıra ortamı yumuşatmak için getirmiş olduğu çiçekleri ayaklarımın altında çiğniyordum.
Kenan’dan onun benden geçtiği kadar çabuk vazgeçmeyecek,ne yapıp edip onun ayaklarıma kapanması bana geri dönmesi için elimden geleni yapacaktım. Artık paranoyaya bağlamış, Kenan’ı her fırsatta adım adım takip ederek taciz ediyordum, farkında olmasına rağmen aldırmaz tavırları beni daha da hiddetlendiriyordu. Sibel’in tavsiyesi üzerine gittiğimiz meşhur falcıya yediriyordum iki kuruş kenara koyduğum paramı da. Ruh gibi olmuş terk edilmeyi hazmedemeyen yarı deli bir kız, ismimin hakkını veriyordum doğrusu, Leyla!..
Yaptığım takiplerde her ne kadar yanında bir kız göremesem de, o zamanlarda Rize’de olmasının sebebinin uzaktan bir akrabasının kızıyla sözlenmesi olduğunu ve bu işte annesinin başrol oyuncusu olduğunu tam bir yıl sonra öğrenmiştim. O yıl yine üniversite sınavını kazanamadım ama hayata dair çok şey öğrendim. Bunun içinde Kenan’a içimden teşekkür ettim.