20 yıl aradan sonra buraya gelmenin nefretiyle odaya girdiğinde karşısında beklenmedik birini gördü. Bu kişi hiç tanımadan nefret edilecek bir enişteydi.
– Sen Ali olmalısın? Hoş geldin.
– Pek hoş bulduğum söylenemez!
Ali yandığını hissediyordu ama annesine sarılınca yüreğinde çözülen buzlar olduğunu hissetti. Gece odasına çekilip sabaha kadar camdan bakmış ve kimseyle konuşmayı düşünmemişti. Eniştesini tanıdığı için ondan nefret ediyordu onu buraya sürükleyen duygu da bunun ta kendisiydi. Tüm gece yaptığı planların ardından dışarı çıktığında yolda kahverengi gözlerinde hayallerini bulduğu kadını görmüş ve nefretini tamamen yitirmişti. Artık içinde sonsuz bir sevgi ve hasret vardı. Karşıdan gelen kadın beyaz elbiselerin içinde bir kuğu edasıyla yürüyordu. Hemen yanına koştu, kıyafetlerini düzeltti ve saçlarını yana tarayıp karşısına geçti. Onu yıllar sonra bu sokakta gören Buse bir yabancıya bakar gibi yabani bakışlar sergiliyordu ve içerisinde tuhaf bir korku vardı. Ali kendini tanıtıp akşam görüşmek istedi. Buse onu kırmamıştı zaten Ali’ye saygı duyar onu severdi.
Ali eve geldiğinde çok neşeliydi, bu kimsenin gözünden kaçmamış ama sormaya cesaret de edememişlerdi. Ali hemen hazırlanıp dışarı çıktı ve bir parkta Buse’yi beklemeye başladı. Buluşmaya henüz üç saat vardı ama o heyecandan erken gelmiş ve beklemeye karar vermişti. Parkta sallanan çocukları izlerken çok mutlu oluyor ve sürekli hayaller kuruyordu. Cebinden bir kitap çıkarttı ve okumaya başladı.
– İçimizdeki Şeytan? Çok severim…
Ali şaşırarak yanındaki yabancıya baktı.
– Yabancıları sevmem!
– O halde tanışalım.
– Neden?
– Farklısınız?
– Ne farkım var sizden ya da başkalarından?
-Düşünceleriniz farklı.
– Nereden biliyorsunuz?
– Sizi tanıyorum.
– Bu mümkün değil 20 senedir burada değildim.
Bu sözlere bir kahkaha patlatarak “Ne yani 20 sene yoktun diye seni unutacak mıydım?”
“Siz kimsiniz efendim? Akli sorunlarınız mı var? Beni rahat bırakın!”
“Ama çok uzattın artık tanıyorum dedim ya!” diyerek bağıran yabancı karşında daha da fazla merak duyan Ali, “Otur öyleyse…” dedi. Bu cevabı kendisi bile beklemiyordu ama ağzından çıkmıştı ve şimdi kovamazdı çünkü gerçekten merak ediyordu bu yabancıyı.
Adam gülümseyerek 356’dan 578’e dedi. Ali bir kahkaha patlattı ve “Sen delisin!” diye haykırdı neşeli neşeli ve kekeleyerek “Ne kadar değişmişsin, az kalsın dayağımı yiyecektin!”
“Sen hiç değişmemişsin Ali, keskin bakışların, ani çıkışların, öfken, hatta ani duygu değişimlerin her şeyin aynı.”
“Sen çok değişmişsin Serkan… Şişman, gözlüklü, sessiz bir çocuktun sadece benimle konuşurdun ve her zaman kitap okurdun. Şimdi ise zayıf, şık, eğlenceli hatta cesursun.”
“Ne ara anladın cesur olduğumu daha yeni görüyorsun belki hâlâ cesur değilimdir?”
“Cesur olmasan bana kendini tanıtmadan laf atabilir miydin?”
“Hiç değişmediğini söylemiştim Ali hâla kendini çok yükseklerde görüyorsun. Neyse bırakalım bunları, neden geldin bakalım Ankara’ya?”
Ali kalktı ve biraz yürüyelim dedi. Yan yana sessizce yürüyorlardı ama bir gerginlik hissediliyordu. Önce derin bir nefes çekti Ali sonra yere bakarak konuşmaya başladı utanan bir çocuk gibiydi. “Teyzem evlenmiş!” Hiç neşeli gelmeyen bu ses tonu karşısında şaşıran Serkan, “Peki ama bunun seninle ne ilgisi var neden mutsuzsun?”
“Çünkü eniştem Ferhat!”
“Hangi Ferhat? Yoksa şu…”
“Evet ta kendisi onu gördüğümde kendisini öldürmek için içimde sonsuz bir heyecan oluştu ve vazgeçtiğimi söyleyemem. Ondan ne kadar nefret ettiğimi bilirsin, her şeyimi elimden aldığı yetmezmiş gibi bir de ailemin içine kadar girdi.”
“Tamam sakin ol, bir çözüm buluruz ama ölüm kelimesini aklından çıkar!”
“Çıkarmayacağım!” diye bağırdı Ali sinirle.
“Tamam ama sen neden geldiğini hâlâ söylemedin bana.”
“Şirketim battı her şeyim gitti ve geçmişte olduğu gibi yine bu şeytan eniştem yüzünden onu affetmeyeceğim! Neyini seviyorlar anlamıyorum!”
“Ve sen de mecburen dönmek zorunda kaldın öyle mi?”
“Evet ama aslında gelirken aklımda sadece onu öldürme düşüncesi vardı hatta tüm detayları bile düşünmüştüm.”
“Neyse ki zamanında karşılaştık…”
“Aslında zamanında değil…”
“Ne demek oluyor bu? Yoksa beni görmek hoşuna gitmedi mi?”
“Hayır, elbette çok hoşuma gitti ama ben parkta Buse’yi bekliyordum, buluşmamız var.”
“Aradan 20 yıl geçti ve sen o kızı sevmekten vazgeçmedin mi?”
“Hayır asla vazgeçmedim, aslına bakılırsa eniştemden çok Buse için geldim buraya.”
“Her şeye hazırlıklı olmanı tavsiye ederim.”
“Ne demek istiyorsun! Açık konuş, söyle ne demek istedin!”
“Sinirlenme, ben sadece uyarıda bulunuyorum.”
“Nereye, hey nereye gidiyorsun?”
Serkan cevap alamamıştı ve Ali’yi gözden kaybetmişti. Ali sinirli sinirli ilerliyordu. Aklında Serkan’ın sözleri sürekli dönüyor, neden böyle dedi diye düşünmeden edemiyordu. Acaba Buse hasta mı? Yoksa ölecek mi? Aman Allah’ım bir şeyler yapmalıyım! Ve yeni bir düşünce yoksa artık beni sevmiyor mu? İkinci seçeneği daha çok arzulamıştı o an. Yaşasın da varsın beni sevmesin. Düşüncelerinin esaretinden kurtulamıyordu. Yeniden parka gelmişti, karşıda oturan yaşlı çiftin kuşlara yem attıklarını görünce içinde bir mutluluk oluştu. Belki dedi belki ileride biz de böyle oluruz. Ve o an aklına o meşhur şiir gelmişti. “Nilgün Marmara nasıl da güzel söylemiş.” dedi. Ve başladı, “Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına, Niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına, Niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına? Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna…”
Birden içinde sonsuz bir huzur hissetti ve şiiri bitirmeden yarıda kesti. Etrafında ağaçlar, yanından akan bir nehir, öylesine güzel geliyordu ki her şey bu anın büyüsünü bozmak istemedi. Elinde olsa nefes bile almazdı o an. Yavaşça yürüdü nehrin kenarına gelip ellerini suya uzattı, sanki tüm dertlerini, düşüncelerini, nefretini, öfkesini alsın istiyor gibiydi. Sadece sevgi kalmalı içimde ve umut, insanlığa umutla bakmalıyım. Sevebilmeliyim bir kuşu, bir ağacı, bir çocuğu hatta önemsizce duran taşları bile… Yine neler saçmalıyorum diyerek kendine geldi ve en yakınında bulunan banka oturdu. Karşıdan Buse geliyordu, kendini çocuklar gibi şen hissetti. Daha güzel bir yere gidemez miydik diye söylenmeye başlamıştı Buse, üstelik daha yeni gelmesine rağmen. İlk defa o an utanmıştı Ali. Parasızlığından, aşkından, hayatından hatta aldığı nefesten bile utanmıştı. Yüzü kıpkırmızı kesilmiş ne diyeceğini bilemez bir halde Buse’ye bakıyordu. “Neden bakıyorsun öyle? Yıllar sonra böyle boş boş bakmak için mi çağırdın beni buraya!” Kekelemeye başlamıştı Ali. “Burasını hatırlamadın mı? Burası bizim ilk buluştuğumuz yer. Hani şu ailelerimize yakalanmıştık ve bir ton sopa yemiştik, hatırlamıyor musun?” “Evet hatırlıyorum bu lanet yeri ne kadar da aptaldık o zamanlar! Neyse kalk hadi seni bir lokantaya götürüyüm belli ki beş parasızsın yoksa gelmezdin buralara, merak etme kocam öder!” “Kocan mı?” dedi Ali şaşkınlıkla. “Evet kocam Berke Farktan.” “Onunla mı evlendin?” “Evet, öyle bakacak mısın hadi kalksana artık.” “Hayır ben gelmeyeyim işlerim var sonra yine uğrarım.” “Hiç değişmemişsin Ali hâla çocuk gibisin!” “Sen çok değişmişsin Buse çok değişmişsin!” Ali bunları söylerken Buse çoktan gitmişti bile. Ali ne yapacağını bilemiyordu. Yerinden kalmaya çalıştı ve o an gözlerinin önünde bir karaltı belirdi ve sonra hatırladığı tek şey ambulansın siren sesleri oldu.