‘‘Türkiye’de gençler, çocuklar intihar ediyorlar her gün ve hiçbir şey değişmiyor. Haber bile yapılmıyor artık. Keşke bu kadar kötü bir toplumda yaşamasaydık. Keşke ülkemiz daha iyi bir durumda olsaydı. Kendinize iyi bakın, hoşça kalın.’’ Uzunca yazılmış bir mektubun, son paragrafı. Eskişehir Anadolu Üniversitesinin yirmi bir yaşındaki öğrencisi okulun yemekhanesinde kendini asarak hayata veda etti.
Bir başka kız öğrenci aynı şehirde KYK yurdunun beşinci katından kendini boşluğa bırakmadan önce ‘‘Ben atlamayım da kim atlasın’’ dediği duyuldu. Konya’da iki kız öğrenci birbirlerine sarılarak yüksek bir binanın en üst katından boşluğa atladılar.
Çok kısa hayatları onlara çok uzun gelmişti. Neden canlarına kıydıklarını incelemek, araştırmak ve sonuçlar alınıp buna göre önlemler alınmasını sağlamak bu yazımıza sığmaz. Kesin olan şu ki gençlerimiz ve çocuklarımız hayata bağlı yaşama konusunda yeterli eğitimi alamamışlardı. İlgisizlik, yalnızlık, geçim zorluğu, başarısızlık, işsizlik gibi etkenlerin üstüne genetik özelliklerinde etkili olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Bazen küçük dokunuşlar hayatından vazgeçmek üzere olan insanları yeniden hayata döndürebiliyor. Gece yarısı doktorunu arayan kadın intihar edeceğini söylüyor. Doktoruyla kırk beş dakika konuşuyorlar. Sonunda telefonu kapatmak istiyor. Ancak doktor kararının ne olduğunu soruyor. İntihar etmiyorum diyor kadın. Ben ikna olmadım ama davranışın beni çok etkiledi. Ve ekliyor; ‘‘Gece yarısı benimle kırk beş dakika konuşan bir insanın olduğu hayat yaşamaya değer.’’
Hocam, ben size birkaç yıl önce yazdığım mektupta intihar edeceğimi söyledim. Sizden hemen cevap geldi. Cevap yazdığınız için vaz geçtim. Yıllar sonra bir kafede buluştuk. Yurt dışında iş buldu. Üç çocuğu oldu. Sonraki zamanlarda mektuplaşmamız sürdü.
Hayatlarına son verecekken sınırından dönen bu insanların gerçek hikayeleri her şeye rağmen hayatın güzel olduğunu ve yaşamak için bir nedenimizin olması gerektiğini hatırlattı. Her zaman bir umut ışığının olduğunu hatırlattı. Bu dünyayı kendimizin isteğiyle terk edip gitmenin hiçbir sorunu çözmediğini bilmek, anlamak gerekiyor. Gençlerimizin, çocuklarımızın tahmin edemeyecekleri güzelliklerden, mavi kubbeden, çiçeklerden, kuşlardan, böceklerden ve sevdiklerinden ayrılmalarının ne büyük bir acı olduğunu bilmeleri gerekiyor. Hayata sıkı ,sıkıya bağlanmak gerekiyor.
‘‘Yaşamak şakaya gelmez.
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın.
Bir sincap gibi mesela.
Yani yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin, gücün yaşamak olacak…’’
Diyor büyük şairimiz Nazım… Yazıma konu olan ‘‘Hayat Güzeldir’’ bir İtalyan filmi. Konu ikinci savaşta İtalya’yı işgal eden Almanların İtalyan asıllı bir Yahudi’yi canlandıran sanatçı çocuğuyla beraber ölüm kaplarına götürülüyor. Savaşın en vahşi bir olay olduğunu çocuğuna hissettirmemek için bir oyun kuruyor. Eğer oyunu kazanırsa oğlunun çok istediği oyuncak tankı alacak. Oğlunu bir kutu içinde saklıyor. Savaşın ve kampın bütün acılarını çocuğuna hissettirmiyor. Sonunda kampa giren Amerikan gerçek tanklarıyla oyun bitiyor.