Hayat Perdesi Oyun 1: Kariyer Davası

Abdulhadi Yazıcı 255 Görüntüleme Yorum ekle
7 Dak. Okuma

Kaç ay oldu burada çalışalı hatırlayamadım gitti. Sanki müşteriler zaman mefhumunu unutur gibi her gün sövüp saymaya gelen kanlı bıçaklılar ordusu olarak saat 10’da mağazanın önünde bekleyip durur. Birde sabahın köründe uyandırıldığınız yetmezmiş gibi kasada beklerken utanmadan bankaların bile 10 dakika hatta daha ileri giderlerse 1 saat önceden açtıklarını sayıklarlar sinirlerim daha çok okşanır hiç yıpranmazmış gibi. Neyse ki bizim gibilerin durumu daha iyidir yemek sektöründe çalışanlara nazaran çoğu tüketici maskeli zombinin AVM’de tepsileri toplayan kişilerin avatar olduğunu düşünerek her bir yemeği ta masa dibine hatta yerlere dağıtıp bırakmaları daha çok zordur. Üstelik beğenmemezlik ederek birçoğu yemeğine dahi dokunmaz sanki parayı çöpten bulmuş gibi. Her neyse bütün bu şikayetleri daha sonra sıralarım sizlere.

Mağazada çalıştığım ilk günlerde her şey yolunda gidiyordu. Ta ki o gaddar müşterinin laneti üzerime gelene kadar. Bir gün kasada rutin etiket çıkartma, personel vardiya çizelgesi çıktısı hazırlama işlerine girişmişken yaşlı ve yüzü asık bir müşteri elinde yeni aldığı belli olan ayakkabı kutusuyla kasaya homurdanarak geldi. Önce adama nezaketen hoş geldiniz dediysem de oralı olmadan oflayıp puflamaya başladı. Bu defa tekrar aynı ifadeleri takınmaya çabaladıysam da bağırarak küfretmeye başladı:

– Geçen gün ben bu ayakkabıyı sizden aldım ama almaz olaydım. Hemen bunun parasını geri vereceksin.

Sonra tekrardan küfretmeye başladı. Bende sessizce onu dinleyip donakalmıştım ama roketatar gibi sivri sözlerine devam etti. Ben bir yandan tepki vermedim ancak bugün benim de kötü günüme denk gelmişti. O sırada biraz düşününce aslında adamın sesini duymadığımı fark ederek kasada mal gibi oturmaya devam ettim. Yaşlı adam söylediği küfürler fayda etmeyince bu defa kutuyu yüzüme fırlattı. Bu defa aptallığım yüzümden silinmeye yetse de bundan sonra olacaklar fayda etmedi. Adam cebinden çıkardığı çakıyı bana uzatarak tehditler savurmaya başladı:

– Lan seni kıtır kıtır keserim ha, duydun mu lan, adam olacaksınız adam. Bir şeyi satmak için yırtınıyorsunuz, kusuru çıkınca da mala yatıyorsunuz.

Ben bu defa kasadan çıkıp üzerine doğru yürümeye başlayınca birden kocaman bir bağırma sesi ve alkışlar beni karşıladı:

– Bravo Gökhan bravo, vallahi senin böyle davranacağını düşünemezdim. Şimdi yerimi kime bırakacağımı kara kara düşünürken Allah seni nasip etmiş desene.

Bunu söyleyen Hamdi Müdür’dü. Söylediği cümleler hayra alamet gibi gözükmese de ilk defa çalışanına böyle cümleleri uluorta yerde konuşması açıkça işkillendirdi. Bu teklifi daha çok detaylandırmasını istediğimde söze bilim adamı edasıyla girişti:

– Bak Gökhan sen işe girdin gireli 3 ay oldu olmadı. Senin gibi sabırla, azimle çalışan, halinden şikâyet etmeyen bir başka elemanın bulunamayacağını bu sosyal deney sayesinde öğrettin. Şimdi sana güzel haberi vermenin zamanı geldi. Terfi ediyorsun, ben artık genel merkezdeki o kodaman Halil’in yerine geçeceğim, haliyle bu mağazaya ise güvenilir birini bulmak lazım. Az önceki müşteri görünümlü ajans oyuncusuna gösterdiğin sabır ve azimden dolayı yönetime bu tavrını belirtip yerime geçmeni talep edeceğim.

Başta işe girdiğimden bu yana kaç ay olduğunu hatırlamıyorum demiştim ya bu kırılma anını düşündüğümde işteki 10. ayımı bugün bitirdiğimi zihnim hatırlattı. Nasıl hatırlatmasın ki o gün dilim kopaydı da evet demeseydim. Bu işi kabullendikten sonra aksilikler peşimi bırakmamaya yemin etti sanki. İlk zamanlar herkes müdürün gittiğine sevinerek bana yağ çekmeye başladı. Ancak bir zaman geçtikten sonra yüzümün yumuşaklığını fırsat bilerek vardiyalara dikkat etmemeye, başka müşterilerle ilgilenince hemen adi yakıştırmalarda bulunmalara ve daha kötüsü ise sürekli bıçaklı müşteriyi bana hatırlatarak şaka bahanesiyle dolaylı yoldan alay etmelere başladılar. Bazı zamanlar tuvalete gidince sanki arkamdan birisi bıçağı çekip de bağırsaklarımı delecekmiş gibi düşünmeye başladım. Bu düşünceleri zihnimden silmek için ne psikologlar ne sevgililer ne medyumlar değiştim buraya yazmaya kalksam Gılgamış destanı halt yer yanında. Yöneticilerimle eski pozisyonuma dönmem için onca görüşme ayarlamaya çalıştım fakat ne fayda hiçbir zaman görüşme talebime olumlu yanıt vermediler, bir süre sonra bilerek görüşmek istemediklerine kesin kanaat getirdim. Aradan 2 ay kadar bir zaman geçti her şeyi tam yoluna koydum derken bu defa da akrabalarım başıma bela olmuştu. Bir akrabamın kızı çok zor durumdaymış annesi ve babası çalışamaz durumdaymış mecburen onları geçindirecek belli bir süre için iş arıyormuş. Hem oldukça da eli yüzü düzgün ve çalışkanmış. Bunun üzerine annem hemen haklarından söz ederek o kızı işe almam konusunda ikna çabalarına girişti. Girişmek ne kelime yakama yapıştı, yapışmak ki ne yapışmak her defasında öksürük krizleri ben yaşlandım artık ev işlerine bakacak biri lazım hiç değilse bana yardımcı olur lafları başladı. Kızı mecbur işe soktuğumda annem her gün iş yerine ziyarete gelince ikimizi odamda yalnız bırakma çabaları sonunda sonuç vermeye başladı. Çalışanların kulağına bu söylentiler yayılınca kızın kocası bir gün çıkageldi. Başlarda bunun da bir şaka olduğunu düşünsem de adam cebindeki evlilik cüzdanını hiç üşenmeden getirip göstererek susturdu. Daha sonra müstakbel eşim olacak kız bu oğlanın engelli abisi olduğunu bunu ise kırtasiyeden çıkarttığını söyledi de rahatlattı. Sonra her şey annemin gönlünce ilerleyerek evliliğin tüm aşamaları zorlu bir bütçe koşuluyla gerçekleşti. Herkes bu kızla nasıl evlendiğimi düşünedursun düğünde yapılan bıçak şakası sabrımı taşırmaya yetmişti. Gelinin akrabalarından olan kuzeni Ömer elindeki bıçağı uzatarak hançer barı oynamamı istedi. Ama ben ona karşı koyunca sinirli bir hareketle bıçağı karnıma sapladı. O an hayatımın son anı olduğumu hissetsem de bir el beni dürtmeye yetti.

Önümde duran bu farklı dizi senaryosunun bir kısmını okuduğumda kendimi bir an okuduğum yerlerde hissetmiş gibi uyuyakalmış asistanım benim yerime okumaya devam ediyordu. Gözlerimi mahkeme koridorunda açıp dizi ekibiyle önümdeki kağıtta duran olay örgüsüne büyük bir gururla sarılarak:

– Her günüm zindan gibi geçti, şafak saysak ne fayda.

Senaristimiz Nesim kocaman bir gülümsemeyle:

– Sen iyiden iyiye amele Gökhan karakteriyle özdeşleştin galiba. Bazı oyuncuların rollerinden çıkamadıklarını bilirdim ama bu kadarı da fazla be abi. Hadi iki Amerika’dan gelmeyen daha doğrusu gelemeyen Americano içelim. Arkadaşalar biraz mola verelim haydi kahveler müdür beyimiz Gökhan’dan.

Devam Edecek…

Hayat bir perde ise en büyük oyuncular bizleriz en önemli oyuncu adayları ise daha adı yazılıp kazınmamış çocuklarımız. Sahi onlar da evcilik oynarken birer oyuncu olmazlar mı

NOT: Ülkemizin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ebediyete göç edişinin 85. Yıl dönümde rahmet minnet ve saygıyla anıyor ilkelerinin ve mirasının ilelebet Türkiye Cumhuriyetinde baki kalacağına bir Türk vatandaşı olarak söz veririm.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version