Bu sözler karşısında ne diyeceğimi bilemez şekilde öylece kalakaldım. Sonra yanına doğru gidince bir hayalle konuştuğumu fark ettim. Ah be hayat her defasında son silleyi hep sen çakıyorsun yüzüme defalarca. Ancak yine de her şeye rağmen yaşanılırsın tatlı cilvelerinle…
Keşke bu kadar kolay olsaydı da yaşayabilseydim onun çocukluk hayaliyle. Ama önümde gerçek denen duvar Demokles’in kılıcı gibi yanı başımda sallanıyordu. En son ne zaman mutluluk ve hüzünle cilvelenen bu duyguyu galiba gençlik yıllarında iken tatmıştım. Babamla yazmış olduğum kitabım için İstanbul’da kitap fuarına gitmiştik, fuar alanı oldukça uzak kalıyordu. Bulunduğumuz ev ile arası 40 km kadar vardı da Allah’tan metrobüs son durakta 1.5 saat içinde varabiliyorduk. Fuar alanına varınca benim yayınevinin tanıdık yazarlarından biriyle fuar bahçesinde çay içerken karşılaşmama rağmen yalnız olduğunu görünce rahatsız ederim korkusuyla yanına yaklaşamadım. Ben ünlü olmasaydım hala en büyük aptallıklarımdan birisi olarak kalacaktı tanınmış birilerinin yanına yaklaşma korkusu.
Neyse dostlar imza saatim gelince babam uzaktan bir müşteriymiş gibi kitabımdan 2 tane alarak parasını görevliye uzattı. O gün fotoğraf çekilmek istedim ancak babam bu fikrin pek taraftarı olmadığını belli etti. Kitabımdan 5 veya 6 tane satmıştım o gün. Ama birçok harika insanı da tanımıştım aynı zamanda. Mesela yan tarafımda yazar olarak yer alan adının hakkını yarınlara taşıyan Umut’u. İlk kitabı o gün çıkmış ve yepyeni kitabıyla fuara geliş günü aynı zamana denk gelmiş. Sonra adaşı olduğum için kitabımı alan Abdulhadi’yi. Ve en çok da kız arkadaşının ilk okuduğu kitap olarak psikolojik gerilim kitabını hediye etmesiyle kitap okumayı seven ve ona da benim de aynı türe sahip olan kitabımı ona doğum günü hediyesi olarak almasını. Birçok insan için bütün bu olanlar küçük şeyler gibi görünse de gayet güzel anılara sahip olarak ayrılmak en büyük hediyelerden biriydi.
Memlekete dönünce alay konusu olacağımı bilsem de İstanbul’un güzelliklerini görmem bana yetmişti. Her gün Eminönü’nden kalkan boğazın nazlı sularını turlayan vapurlara binip martıların cıvıldaması bile mutlu olmama yetiyordu. E tabii dağlarla çevrili soğuk kış memleketinde mavi suları görmek bile insanın mutlu olması için yeterliydi. Birde martıların sevgililerine yaptıkları cilveleri gazete okuyan tatlı çiftleri ve birbirine doyasıya bakan genç aşıkların şiirlerime konu oluşlarını asla unutamadım.
Akşama doğru metrobüsle Fatih’e varınca babam eve gitmek yerine Eminönü’ne gitmek isteyince ben önce duraksadım. Ancak bunun bir anlamı olmalıydı hiçbir şey söylemeden otobüse binerek Eminönü sahile vardık. Sahildeki banklardan birine oturmak isterken kolumdan tutarak balık ekmek tezgahının önüne götürdü. Başlarda babamın böyle sokak lezzetlerinin kötülüğünden bahsedeceğini düşünsem de bana para uzatınca meğer karnımın acıktığını görünce balık ekmek ısmarlamak için buraya gelmek istemiş. O an gözlerimin dolu dol olduğunu belli etmemek için çok çabaladım ancak evladıyım sonuçta anlamıştır beni. Ekmekler gelince ikimiz de çocuklar gibi açlığımızı bastırmak için hızlı hızlı yedik. Ancak o sırada annem memlekette olunca ikimiz de yerinin dolmayacağını içten içe sezdik sanki. Tezgahtarın radyosunda o sırada öyle güzel tınılı bir şarkı çaldı ki. İlk defa duyma acizliğinde bulunduğum için kendimden defalarca kez utandım. Ama o an duygulanan bir tek ben değilimdir babamdır da muhakkak. Müzik sesi duyunca pek sevmez dinlemeyi ancak en derinlerde bir yerlerde kim bilir hangi hudutsuz dalgayla mücadele ediyordur. Leman Sam’ın efsunvari sesiyle birlikte ‘‘GÜL GÜZELİ’’ parçasına içten içe eşlik etmeye çabalarken benden önce Marmara ve hırçınlıklarıyla örülü Karadeniz’in ortasında kalan Haliç sahilinin kire bulanık suları eşlik ediyordu. O an babama annem de olsa ne güzel olurdu diye söylenince yalnızca beni dinlemekle yetindi. O an babamın varlığı için Allah’a sonsuz teşekkür ettim. Gökyüzündeki yıldızlara aya ve dalga seslerine bakınca kaybettiklerimi hatırlasam da babamın varlığı bana yeterdi.
Bu güzel atmosferi geride bırakıp eve doğru yol aldıktan sonra hüzün duygusu beni bekliyordu. Babam yorgun argın bir şekilde koltukta telefonuna bakınırken birdenbire ona kalbimi acıtıcı o soruyu alacağım bu cevabı tahmin etmeyerek sordum:
– Baba bugün gerçekten hayatında ilk kez benimle gurur duydun mu ya da en azından benim yazdığım kitabı okudun mu?
Babamın verdiği cevap oldukça incitici oldu:
– Hayır, yalnızca böyle bir ortamda bulunduğun için ben seni yetiştirirken nerede hata yaptım diye çokça düşündüm evlat. Allah hepimize hidayet versin bizi şeytani ve nefsani arzularla baş başa bırakmasın.
Evet sizin için birkaç kelimelik binlerce harfle kaplı bu cümle tonlarca ağırlığa binlerce gözyaşı gibi gelmişti bana. Evet benim babam belki sevgisini göz önünde gösteremeyen babalardan biridir belki de ama o gün bana, anneme bir kez daha kenetlemenin tek çözüm olduğunu düşündürdü bana.
Bir el beni dürtükleyerek kuliste uyuduğum uykudan uyandırdı:
– Oğlum Hadi oyuna saatler kaldı sen biz provadayken yine tünemişsin buraya. Kalk şu kış uykundan da herkes seni bekliyor sayın başrol oyuncumuz.
Ve işte en baştan bu yana kadar yaşadığım bütün şeyler birer rüyaymış meğer. Neyse artık bu hikâyenin de sonu geldiyse tabi ne kadarı hikaye ise orası da sizin dünyanıza kalmış şeyler…
SON
Evet dostlar, ben bu öykü dizisini kaleme alırken hayatımda yalnızca çocukluğumdan kalan adı bende saklı aşkımın hayali vardı. Ancak önüme farklı yollar çıksa da kimsenin bu yükü sırtlayamayacağını zamanla anlayarak daha başından bazı yolların önüme çıkmasını engelledim. Ve şimdilik eğer sizlerden yoğun bir ısrar/talep gelmezse kısa bir süreliğine hikâye türüne ara vererek deneme veyahut şiir türünde eserleri aylık olarak kaleme alacağımı bildirmek istiyorum.
Şimdilik kendinize çok iyi bakın ve kelimesi bitmemiş tümcelere yelken açın..