“Nasıl kurtulurum acaba?” dedi.
Mavi gözlü, beyaz tenli güzel kadın, kalın telli, lüle lüle kahverengi saçlarını kulağının arkasına alarak. Güzel bir ismi de vardı ama iş yerinde ona maviş derlerdi. Maviş bugün biraz neşesizdi, bardaktan boşalırcasına yağan yağmur gibi içini dökmek istiyordu. Hemen yanı başında kahvesini yudumlayan arkadaşı, kesin bir şey olmuş diye geçirdi içinden. O anı bozmak da istemedi ama bir yandan da merak ediyordu ve usulca ne oldu diye sordu. Maviş derin bir nefes aldı. Konuşup konuşmamakta kararsızdı.
Ve bir umut anlatmaya başladı. “Kendimin en iyi versiyonunu bulmak istiyorum ama hep zanlarla geçiyor hayatım. Bu zannetmek… Çok yorulunca verimli çalıştım zannediyorum; bir yemeğe ne kadar çok uğraşırsam o kadar lezzetli olacak zannediyorum, daha çok uyuduğumda daha çok dinleneceğim zannediyorum… Hep zan.
Bu yüzden yeni bir yola koyulmak, bir işin üstesinden gelmek zorluyor beni. Böyle önemli bir işe öyle alalalade bir zamanda başlanır mı hiç diyorum. Görkemli bir an bekliyorum mutlaka. Eee o görkemli an gelmiyor, o işe de başlayamıyorum. Kim başlattı bu neşir adetleri, ilk kimin yüzünden kazındı hafızalarımıza bu bekleyiş, bu tembellik.
Diyorum ki mutlaka bir tembellik edeceksen, bekleyeceksen bir şey için bu bir kalbi kırmadan önce olsun ya da birine bağırmadan hemen önce tutsun o tembelliğin.
Pozitif bir ortamı negatife çevirmeden beklesen ya.
Ama hayır(!) olur mu o zamanlar sanki özellikle hızlıyım.
Ne vakit güzel bir iş peşinde olsam bi ağırdan almalar, bi ertelemeler, bi zannetmeler… Başlayacaksan zannetmelere mahal vermeden başla, zaman şimdi… Başla ve korktuğundan daha kolaymış de. Erteledikçe erteledin ve gözünde büyütüp o işten korkacak hale geldin.” dedi ve sustu.
Etrafındakiler susup baktılar, bitti mi anlamadılar. İçlerinden biri “eee” demiş bulundu.
Maviş, ona doğru dönüp; “eee si bozalım bize kimin ezberlettiğini bile bilmediğimiz şu yalan yanlış ezberleri. Kaçımız an’dayız mesela. Kaçımız yağan yağmur altında ıslanırken hissediyor damlaları teninde, bir yere yetişme telaşı olmadan. Aklımızda hep bir sonrası yok mu sanki. Akşam olur yarını, yarın olur hafta sonunu… Farkın damıyız yaşadığımızın. Ya da kaçımız gerçekten anlıyor birbirini. Hangimiz içtiğimiz kahvenin, yediğimiz yemeğin tadına varıyoruz önümüzde bir tv elimizde bir telefon olmadan. Ezbere yaşıyoruz, düşünmeden, hissetmeden, erteleyerek… Karşımızdakini dinlerken ona vereceğimiz cevabı düşünmeden dinleyebiliyor muyuz. Bağımlılıklar, ezberler unutturmadı mı bize dakika ile saat arasındaki farkı. Elindeki telefona bakıp saatleri dakika gibi harcadığını bilmeden; ezbere, erteleyerek yaşadığını zannettiğin bu ömrü gerçekten yaşadım diyebilecek misin?” dedi.
Herkes şöyle bir durdu ve düşündü. Maviş haklıydı, günde 4 saati kayıptı çoğunun, bazılarının ise 6-7 saati. Zannetmek, ertelemek, beklemek kolay olandı zor olan ise yaşamaktı.
Maviş pencereyi açtı, “ben gerçekten yaşamak istiyorum, ben yaşamayı seçiyorum” diyerek derin bir nefes aldı.
“Zannetmek, ertelemek, beklemek kolay olandı zor olan ise yaşamaktı.“
Farkındalık yaratıcı bu cümle üzerine düşünmek bile Maviş ve Maviş’e benzer bizlerin yaşamaya adım atmasına yardımcı…
Emeğinize sağlık Nazik Hocam. ❤️🌸
Teşekkürler Selma hocam🤗Yorumunuz mutlu etti🍀