Her Gün Başka Bir Sen

Banu Yurtsever 347 Görüntüleme Yorum ekle
8 Dak. Okuma

“Başka biri olarak dünyaya gelseydim yine böyle olur muydu?” dedi.

Bakışları havada asılı bir bulutun havaya sarkıttığı merakı gibi onu boşlukta sallandırıyor ve yine kendi sonunu gördüğü her noktayı özelleştiriyordu.

Her günü bir kere yaşadığının bilincinde olarak yaşamak sahiden mümkün müydü? Hayatta seyirci olma rolünü bir kere üstlenmiş ve oradan bakmış olan için yaşayan bir aktör olmak ne kadar mümkündü?

O da artık gömülü olduğu her yerden çıktı. Kendisini kesse yapmayacağı her keskin eşelemelerin içinde yeniden vuku bulanları sıraladı.

Çünkü hâlâ biliyordu ki, bu hayatı deneyimlemek, boğulmayı öğrenmek değildi, olamazdı. En gerçek kararın içinde şimdi geçmişle tüm bağlantısını kopararak akışın rahatlığını yeniden deneyimliyordu. Deneyimin ve yaşamanın ciddi bir iş olduğunu bilerek unuttuğu yolunu yeniden hatırlaması gerekiyordu.

Şimdi yeniden o üniversiteden içeri girdiğinde eski kişi olarak orayı dolaşmayacağı kesindi. Artık öğrenci değildi, öğretmen değildi, arkadaş değildi..

Öğretim görevlisi ne demekti?

Danışman mıydı, çalışan mıydı, saygı duyulması mı gerekiyordu, yardım etmesi mi gerekiyordu? Yoksa sadece gerektiği anlarda insanlara yol gösterip kendi kıyısına kendi hayatına çekilmesi mi gerekiyordu?

Stajyer olmadan yaşadığı bir hayat stajı içinde yaptığı her şeyi yeniden ve uzaktan biri gibi değerlendiriyordu daima… Çünkü bilirsiniz, hayat size bir zorunluluk üzere gelmiyorsa, siz kendinizi bu hayata zorlarsınız.

Selin de ankavâri bir hayatın içinde artık tecrübelerini de yok sayarak ve hayatın mekândan ibaret olmadığını daima kendine hatırlatarak son derece üretken ve farkında olarak yolunda daima ileri gitmeye kararlıydı.

Tek bir yemini vardı. Asla aynı kişi olmayacaktı. Dünyayı dolaşan gezginler ilk durağın her şeyin sonu olduğunu biliyorlar mıydı? Buradaki tüm insanlar görev ehli yetişen kuşlar gibi kendi özgürlüklerini unutan varlıklardı.

Tıpkı bir besin zinciri ve sağlıklı tohum oluşumuna sebep olmak gibi, varlığı ancak dünyaya hizmet etme üzere olan kuşların bile var olmalarının bir nedeni vardı. Bir amacı vardı. İnsana yansıyan en güçlü ayna da buydu.

Selin gün doğumunu kaçırmadan, dağları aşarak ve özgürce tüm dünyayı dolaşarak yaşamayı yani gerçek serbestiyeti onlarda deneyimlemiş ve kendine bir söz vermişti, Yanında yer aldığı öğrencilerin de içinde bulunduğu yerin özgürlüğünü yaşayacak ve yaşatacaktı,

Dağlara tırmanmanın, ırmaklarda yüzmenin, doğada uzun uzun yürümenin mutluluğu diye bir şey vardı.
Bunu önce kendi hatırlamak sonra da herkese hatırlatmak istiyordu. Herkesin gözüne ölümün daha güzel yaşamanın daha anlamsız ve sıkıcı göründüğü zaman diliminde hiç bilmediği yerlerin hiç denemediği güzelliklerin olduğu bilincini canlandırmak için devamlı gezmek istiyordu.

Ama üniversitedeydi. Bir binadaydı. Camdan çevrili lüks yerlerdeydi. Profesör değildi, olmak amacı da değildi.

Bu yüzden kendi dünyasını kurmak zorundaydı. Ve kurmuştu da. Zihni özgürleştikçe kalıplar kırılmıştı. Düşüncesi çalıştıkça dondurma yemek bile en lüks lezzetiyle onu kuşatmıştı. Düşlerini kurmuş, düşlerinde hayatı kurgulamıştı. Bu da onu bambaşka bir dünyaya çekmişti. Düşlerin derdini doyasıya üstlenmişti. Oysa şimdi hayata tekrar gelmek istiyordu.

Hayatın manasının bir akışta şekilleneceğini düşünen biriydi. Akışta her saniyeyi verimli kılmak, bu amacın peşinde olmak hayatı yaşanır kılmaz mıydı? Bu da hayatta her saniyeyi işleyerek yaşamayı sağlamaz mıydı? Yoksa tüm bunlar sadece bir yorgunluktan mı ibaret kalacaktı?…

– Hocam müsait misiniz?

– Evet.

– Geçmişle geleceği ortak noktada buluşturan bir projeden bahsetmek istiyorum.

– Nasıl bir şey düşünüyorsun? Hangi konunun tarihini araştıracaksın?

– Konu yok hocam. Geçmiş ve gelecek de yok.

– Nasıl yani güzel bir sonuç için konu ve tasarın olmalı?

– Siz her gün güzel diye mi yaşıyorsunuz?

– Bunun konumuzla ne ilgisi var?

– Hocamm.. Konu yok demiştim… Ve konu her zaman bizim bulduğumuz değil, bizi içine alan hayat değil mi?

H- Konu hayat mı diyorsun yani?

Ö- Hayat bir konu değildir ama evet illa ki bir başlık koyacaksanız bu hayatla ilgili olan her şeyi kabul edebilirsiniz.

Ö- Mesela bir anlam, dinmeyen bir çatışmada mı şekillenir, yoksa bitmeyen bir sessizlikte mi?

H- Bak bence ikisi de değil.

Ö- Ama düşünmeden duramıyoruz?

H- Farkında değilsin hâlâ? Yaşam dediğin bu andan başka bir mevcudiyete sahip değil. Düşünmek öğrenmeni sağlamıyorsa hiçbir işe yaramaz ve elinde yorgun bir zihinden başka bir şey kalmaz.

Ö- Ben böyle düşünmüyorum.

H- Ben de ondan bahsediyorum gerçekçi düşünmek yerine çok ve karmaşık düşünüyorsun.

Ö- Hocam… Neyden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsunuz.

H- Gelecek ve geçmişi hayal ve gerçeği soyut ve somutu aynı düzleme çeken tek bir şey vardır. O da içinde bulunduğun an ile kendini gösterir.

Ö- Ama anı biçimlendiren de düşüncelerin çevrelediği alışkanlıklar değil midir?

H-Anlamı kabul etmeyen tek yerden bahsediyoruz. Bu demek oluyor ki hiçbir biçimi de giydiremeyiz.

Eskiden yanımda suyum, kitaplarım ve kulaklığım olmadan dışarı çıkmayan bir insandım. Ama eğer ki yeniden, sıfırdan ve farklı bir kimlikle başlasaydım, yüksüz ve olabildiğince hafiflemiş olarak yolculuklara çıkar ve alışkanlık haline getirirdim. Umarım anlatabilmişimdir?

Ö -Siz anlatabiliyorsunuz da ben anlamak istemiyorum ki artık. Çünkü bir gayret üzere yaşamıyorum. Yani bu hayatta hiçbir şey için çabalamanın mantıklı olduğunu düşünmüyorum.

H- Yaşamanın senin isteğine bağlı olduğunu düşünürsen zorluğunu üstlenirsin, oysa geldiği gibi kabul edersen ve sadece genel olağan akışın içinde kalmayı başarırsan yeniden farklı bir yaşamın da mümkün olacağını göreceksin.

Ö- Seçme şansı varken kullanmadığımda ve akışa bıraktığımda ne göreceğim peki hocam?

H- Hayatı olduğu gibi kabul etmenin hafifliğini tecrübe edebilirsin, mevsimlerin dilini çözmeyi doğayla aynı frekansta kalmayı… En sahici karakterler ne zaman şekillenir sence? Güzeli güzel yapan kötünün boğucu atmosferi değil midir? Akışta şekillenen her şey kendi tabiatını canlandırır. Ama biz tabiat karşısında bir ümmi olunca bunu anlamak bazen aylarımızı ya da yıllarımızı almaz mı?

Ö- Ama kontrol edebilirim.

H- İşte buna her zaman zamanın olmayacağını söylüyorum. O yüzden ya şimdi yaşarsın ya şimdi atalete düşersin.

Ben artık yaşlandım ve ölmekteyim. Rahat nefes almanın kıymetini veya günlerin bir hazine olduğunu ne kadar anlatsam da anlamayacaksın. O yüzden sen sen ol, mutlu olmak için herhangi bir şeye ihtiyaç duyma. Ne mevsime, ne güne, ne insana, ne de olaya… Özgürlük ve mutluluk hayata bağlı olmayan bir şeydir. Hayatı anlayacaksan her şeye rağmen seçimler sayesinde yaşayıp mutlu olacağını unutma.

Gün geçtikçe ölüyorsun. Zaman mekân ve olay ölüyor ve ölecek.

– Şimdiyi bir ömre tercih edebilirim. Sadece mutlu anları artırmanın elimde olduğunu hatırlattığınız için teşekkürler.

Bir yaşama kaç farklı hayat sığdırabilirdi? Şimdi sadece bir öğretim görevlisi değil, hayatın ortak mutluluk bekçisi ve savunucusu olmayı seçerek hayata devam edecekti.

Bu İçeriği Paylaş
Bağlantılar:
Yazar
Yorum yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Exit mobile version